17 Nisan 2011 Pazar

Valeria'ydı Adı: Acı Sigara

                                                          VALERİA'YDI ADI


Esirgeyen bağışlayan Tanrının adıyla, dedi ; göğsünde çok sevdiği o kadının armağanı küçük  düz gümüş haçı tutarak. Ardından Katolik işi bir istavroz çıkarttı; sağdan başlayıp Ana Oğul ve Baba adına çağrışımlarda bulunan. Ve her acılı zamanında yaptığı gibi Kur’an’dan bir bölüm açtı yine. Sıkıntılı zamanlarında yalnız oturduğu tek odalı evin güvercin gugurtuları içinde Kur’an’dan gelişigüzel bir sayfa açıp ilk gördüğü ayete bir anlam vermek neredeyse  takıntı halini almıştı. Yaşamın rastlantılarının rastlantı olmadığını düşünüyor ve Allah’ın sopası olmadığına göre bu eski yaşam kitabının, yani Kur’an’ ın O’nun dertlerine rehberlik edeceğine inanıyordu. Yine canı sıkılmış, gözlerini kapatmış ve gelişigüzel bir sayfa açmıştı işte.  Bakara suresinden bir ayet çıktı.
Allah’ ın rızasını  kazanmak ve kuvvetlendirmek için sadaka verenler  bir tepe üstündeki bahçeye benzerler, ki bol bir yağmurla iki kat meyve verir. Bol bir yağmur olmasa bile hafif bir çisenti  onu rutubetlendirerek ürün vermesini sağlar. ALLAH bütün yaptıklarınızı görür. Sizden biriniz ister mi ki, kendisinin altından ırmaklar akan, içinde her çeşit meyvesi bulunan, hurmalardan ve üzümlerden oluşmuş bir bahçesi olsun  (fakat)  kendi üstüne  tam ihtiyarlık çökmüş,  (bakıma muhtaç) aciz ve küçük çocukları da var iken, birden ateşli kasırga gelsin de bahçeyi yakıp kül etsin? Allah düşünesiniz ve doğru yolu bulasınız diye ayetlerini böyle apaçık anlatıyor.
Kur’an’ı kapattı, işte yine duyguları ile benzer bir ayet çıkmıştı. “Allah bütün yapılanları görmüştü”
“Apaçık anlatımları” o biliyordu.  “Hafif çisentilerin” kendini ne denli mutlu ettiğini de. O  gerçekten, yaşı kırklara dayanmışken tıpkı ayetteki gibi “küçük ve bakıma muhtaç çocukları” varken hiçbir ateşli “Kasırga”nın  gelip bahçesini yok etmesini istemiyordu. Ayetteki küçük ve bakıma muhtaç çocukları; kendisi, yakın dostları ve ayrı yaşadığı oğlu olarak yorumlamıştı. Diğer yandan yaşamının ortasında geçirdiği fırtınalı-kasırgalı, en tutkulu kadın erkek ilişkisinde  sürekli açtığı ve danıştığı Kur’an O’na bir şey öğretmişti; Kur’an  tanrısal ve insani anlamda bir aşk kitabıydı. O, kutsal kitapların insanlık tarihinin başından beri gelen  aşk öykülerinin ve ayrılıkların getirdiği acıların tümünü içeren öğretici belgeler olduğunu düşünmeye başlamıştı.  Kutsal kitaplar; Tevrat, İncil, özellikle Kuran nasıl “Aşk”’a dair bir kitap olmazdı, aşkı kim yadsıyabilirdi ,   Yunus kaldırım şairi miydi, Mevlana “Para” dergisinde mi çalışıyordu. Şimdi bu kitaplar  bir sürü insana Cin Ali öyküsü  gibi gelse de, kiminin eline alırken salavat getirdiği kitaplardı. İnsanlar aşktan ve yalnızlıktan ya da birlikteliklerden  tırsıyorlar mıydı?
Aklına gelmezdi böyle bir evde böyle bir çevrede  intihar edeceği. Başkalarına nispet verir gibi, gözlerine sokar gibi bir son olmamalıydı. Hani, demişti, Kral grubunun gitaristi Davut, bir gece sabaha karşı “ben de intihar edeceğim anasını satayım, bir mektup yazıp bırakacağım, ‘ölümümden kimse sorumlu değildir’ diye”. Tanju sıkı bir kahkaha attı,  bu çok sıradan bir intihar mektubuydu. Demek insanlar biraz da ölümleriyle dikkati çekmeye çalışıyorlardı, yaşamlarıyla çekemedikleri dikkati ölümleriyle mi yakalayacaklardı. Yoksa acıdan mı kaçıyorlardı?
Sabah ezanı okunuyordu, onlar   Tarlabaşı sokaklarından Yenişehir’e gözleri  hafif kanlı çakır keyif  inerken şehrin görünen yüzünün bir yara, arka sokakların cilt altı,  yürüdüğü yolların damara enjeksiyon gibi olduğunu düşünüyordu. Tanju Davut’ un yaşama teslim olmasını istemiyordu, böylesi bir fırlama, çifte kavrulmuş bir piç, evlenme vaadiyle tecavüze uğramış gecekondu kızı gibi bir mektupla anlamsızca mı ölecekti? Arkadaşını yüreklendirmeliydi, niçin, “Bunu yazan Tosun hepinize kosun” diye yazmıyorsun, dedi. Davut da  Tanju da kahkahayı basıp kopmuşlardı.
Sabah çöplerini Alaaddin’in lambasını çaktırmadan yürütüyormuş gibi ciddiyetle karıştıran hurdacılar işbaşında onlara yan yan  bakıyordu. Sabahın insanın üstüne yapışan soğuk nemiyle kaygan ve ıslak asfaltta çıkan ayak seslerinde kumarhaneleri bekleyen; cıgaralık kafasında gözleri parıl parıl, yorgun erketeler onları kesiyordu. Memur, amir değildiler, belliydi.
Davut’la Tanju arasında bir benzerlik ikisinin de karısından ayrılması ikisinin de bir oğul sahibi olmalarıydı. Tanju’ya göre Davut daha şanslıydı. Kendi karısı gibi yalnızca üstünde bulunan giysilerle bırakmamıştı onu, ama Davut dayanamıyordu yalnızlığa. Allah benim belamı verdi dedi, o sabah yolda, sesleri yankılanıyordu boş caddelerde,  müezzinin  yoğun duygularla, sevgilisine  yalvarırcasına çıkan gür  sesi sabah kafticisi gibi dolaşıyordu küçük evler arasında. Bu müezzin bazen hapı fazla kaçırır,  komşusu çingene kadınların sattığı roş’ların uyutucu etkisiyle ezan okuduğunu unutup yine okurdu. Şimdi sabah ezanı okunuyordu ya, zamanı mıydı acaba? Yenişehir’de ezan sayısının az ya da çok fazla ya da herhangi bir zamanda olması doğaldı.
Tekir kediler    sağa sola attıklarını koklarken  sanki onları dinliyordu. Davut kendi kendine sayıklar gibi, “getirir misin eve zenci torbacıları, çakar mısın sabah akşam eyçi böyle olur işte, karı beni artık istemiyor”, diyordu. Eroini bırakamamıştı bir türlü, vücudu yoksunluk nezlelerini, hapşırıklarını, ishallerini atlatsa da gerim gerim gerilen adalelerinden çok yalnız kalması kafasına takılıyordu.
Tanju’nun tek odalı evine burun kıvırırken, daha geçen yıl özene bezene yaptığı badana ve yağlı boya, karısının evinde, O’nun emekleriyle durup duruyordu. O, şimdi uzakta, karısının yatağından sepetlenmiş, tam çingene mahallesinin göbeğinde minicik bir odada yaşamaya çalışıyordu.   Davut’ un içinden gelmiyordu o eve gitmek. Aysun tüm kadınlığı ve anneliği ile inadına kendi elleriyle O’nun bu minik evini de düzenlemiş, bulaşık makinesini ve fırını mutfağa yerleştirmişti. Her tarafta yine O’nun kokusu, sevecenliği, el emeği  yaşıyordu. Tanju da ilk konuğu olacaktı O’nun o gece , Davut’ un ayakları neredeyse geri geri  gidiyordu, bir türlü karısının, çocuğunun olmadığı bir eve gitmek içine sinmiyordu, “iyi oldu bana, eroinmiş, müptezelim oğlum ben müptezel...” diyordu kendi kendine.
Tanju için de karısından ayrıldığı gün yaşamının dönem noktasıydı. “Dedemin mahallesidir, annemin yaşadığı yerdir”  deyip Tarlabaşı’na atmıştı kendini O da. Herkesi yutan İstanbul bir O’nu yutamıyordu hesapta.
Anadolu’ dan eğlenmeye gelenler, Beyoğlu tutkunu olunca bir süre sonra herkesin eğlencesi oluveriyordu. Anadolulu imajını silmek için saçlarını uzatan erkekler,  punklaşmaya çalışan kızlar; önceleri çıtır  görünüyorlar, çevrelerinde onları tanıyan kimse olmadığı için istedikleri kadar hoplayabileceklerini zannediyor , ondan sonra yavaş yavaş sokağa yanaşıyor; ya orospu, ya sinyalci, ya akıl hastası ya da canki olup çıkıyorlardı işte. Eğlence dünyasının fahişesi Beyoğlu, eğlenmeyi bilmeyeni, eğlenmeye doyamayanı yutuyutuveriyordu. Başladıkları bu yeni yaşamda Beyoğlu; bir ergen şiiri ya da soğanla boyanır paskalya yumurtası gibi hemen kolayca değiştirilebilir görünüyordu. Ama birileri hep yutuluyor, eğlence dünyasının içinde gözlerini süzerken eski barlarına giremiyor, eski dostlarının yüzüne bakamaz hale geliyorlardı; besbelli yutuluyorlardı, misketlerini yutturuyorlardı hileci sokak  insanlarına. Yutulanlar da bir süre sonra Beyoğlu cadısının emrine girip yeni avlar için çalışıyorlardı.
Apaçıktı ki Beyoğlu’nun hiç dayanamadığı şey kendini arayan insandı. Arayan mevlasını belki Galata Mevlevihane’sinin orada buluyordu. Beyoğlu lanetli miydi yoksa? Binlerce batılının  sonra binlerce Beyaz Rus’ un ve nice Anadolulu hacı ağanın mezarı oldu da, torunlar yine de görüntüye aldanıp , avlanıp gidiyorlardı. Bizans entrikalarının ruhu her gece hortlayıp bu şehrin her yerine yapışmış gibiydi. Karanlığı seven kan emiciler, İstanbul’un nemli havasına aşık,  gecelere iş başında kabuslar yaratıyordu.  Kız Kulesi’nde, Yedikule Zindanlarında boğdurulan şehzadelerin, cariyelerin, sadrazamların ihanete uğramış lanetleri, şehrin DNA' larına işlemişti besbelli. İstanbul minare yıkılmış mihrap yerinde kalmış bir devletti, mağruriyeti silinmiyordu, akmıyordu. İhanet kokan kanlı tarih onu  bir il haline dönüştürmüştü.
Baskıdan oğlunun uyuşturucuya bulayan,kişiliğini iğdiş eden  baskıcı anne Kösem, ruhunun  şeklini palamut zokası kurşunu gibi dökmüştü iliklerine dek. İstanbul yaz güneşinde eldiven giyen deli saraylının kendiydi ama Beyoğlu daha başka bi’ şi di işte. Aslıhan Pasajında eski kitapçıların orada sürterken öğrenmişti,  et yiyen tüm  çiçeklerin adı Valleria’ydı. Valleria, çizgi roman kahramanı Konan’ın sevgilisinin de adıydı. Konan da dükkan açmak için uğraşan esnaf gibi krallık peşindeydi. Tehlike, büyük oynayan herkesi nasıl çekiyordu, kadınlar ne denli tehlikeliydi. Vay be...!
Et yiyen  çiçekler; Valleria türü tropik çiçekler   ekilmişti sanki kerhane yokuşunun tepesinde duran Mevlevihane’den Şişli’ye dek uzanan Cadde-i Kebir’e. Şimdi adı İstiklal caddesiydi ya, istiklal mi, ölüm mü , kopuş mu, ne olmuştu adı ?
    
Bölüm  II

Buraya gelmesinin nedeni karısından ayrılmasıydı.  Neden ayrılmıştı ki? Pek anımsayamıyordu. İki yaşındaki oğluyla havuza gitmekte ısrar edince gerdek gecesi yatak odası kapısında namus  kanı bekleyen  anasının sözünü dinleyen fettan Osmanlı orospusu kılıklı karısı, babasıyla kapıya kamyon dayayıp, o gün yüzmeğe göndermediği oğlunu alıp, basıp gitmişti.
Oysa ne çok severdi oğlunu, saatlerce göğsünde yatırır, sırtını yavaş ama güçlüce okşardı. Üç çocukları da kız olan Candan’ın; lise mezunu, ticari ilimler akademisi birinci sınıftan terk, yedek subay diplomasından onur duyan babası Nihat Bey; Maltepe sigarasını derin derin içine çekerken göz göze gelmişlerdi, bu bir hırsızın bakışlarıydı. Televizyonda bir belgeselde izlemişti, Hintlilerde aileden büyüklerin bebeği okşaması O’na güven verir, sevgisel iletişim kurmaya  yardımcı olurmuş... Yanından hiç ayırmazdı oğlunu, garibin ekmeği hep yanında olmalıydı. İki buçuk yaşında, beyaza yakın kıvırcık sarı saçlı oğlunu yüzmeye  götürür, Onunla bir su kaplumbağası gibi oynamaya bayılırdı. Tarihte oğul çalma olaylarıyla ilgilenirdi Tanju. İktidar uğruna oğlunu yok etme girişimindeki babalara, Musa’nın öyküsüne, Romüs Romülüs öykülerine kulağını kabartırdı hep. Ataerkil dönemin ünlü ve ders verici öyküleriydi bunlar. Tanrılar ve iktidar savaşımıyla geçen yaşamlarda, insanlık tarihi bir gün kadar kısaydı. Dekorlar değişiyordu, oyunun adı değişiyordu o kadar. Yaşam da tıpkı tiyatro oyunu gibi kalıcılığı olmaksızın saklanamadan, korunamadan ne denli güzel ve yoğun olursa olsun, fasulye konservesi gibi bir başka mevsimde açılmak üzere rafta   bekletilemeden,  ancak resimler ve yazılı belgeler ya da anılarda kalıcı löp ezbercikler  yoluyla geçiyordu. Çocuklarımıza bırakabileceğimiz biricik yaşam parçacığı geçmişten aldığımız yolla olabiliyordu. Bir kralın oğlunu almak, uzun bir yaşama biçimi demek olan imparatorluğun bitiminde, zamana çekilen en sonsuz bıçak, verilen en öldürücü darbe olabilirdi.
Karısının O’nu terk ettiği günlerde, bir antika galerisi işletiyordu Tanju; fakülteden sınıf arkadaşıyken evlendiği Candan’la birlikte. Aslında Candan’la evlenmeye hiç niyeti yoktu, hiçbir arkadaşları evlenmelerinin mantıklı olduğunu düşünmüyordu. Candan’ı Ankara arkeolojiden oniki eylül nedeniyle, Ankara’dan kaçmak amacıyla geldiği İstanbul Edebiyat Fakültesi’ndeki yeni sınıfında, bir ödev okurken görmüştü. Üstünde şarap rengi lal ve insanda dokunma duygusu yaratan bir kumaştan etek ve yine aynı ılıklıkta bir bluzla dördüncü sınıf tezini  okuyordu. Üniversite konservatuarına gittiğini sonradan öğrendiği Candan’ın ince, akan bir sesi vardı. Ödevi okurken Tanju; yüzünü, vücudunu, kişiliğini incelemişti. Evlenilecekse böylesi efendi bir kızla evlenmeli diye, iç geçirdi. Bir gün, bir öğlen sandviçi paylaştılar bir sınav öncesi, sonra Laleli- Sirkeci yürüyüşleri ve ardından Tanju’ların evine gidildi. Tabii ilk yatak maceraları böyle başladı, yataktan çıkamıyorlardı bir türlü..Tanju’nun yaptığı esrarlı sigaralar, baharın  insanın damarlarına işleyen sıcaklığı, Yeniköy sırtlarında, sırt sırta güneşlenmeler  arkadaşlıklarını   artırıyordu. Üstelik Tanju’nun Bakırköy tayfasından müzik yapan arkadaşları, bir grup halinde dolaşmaları, Candan’ın Türk Sanat Müziği söylemesi, şarkılarıyla gruba katılması iyice arkadaşlıklarını pekiştirmişti. Tanju’nun ailesinden dört  halası, amcası ve babası hafta sonları birleştiklerinde udlarını, cümbüşlerini çıkartırlar; babası klarnet çalar, fasıl yapıp, içki içerler ve pazar akşamları çok yemekten,  karbonatlara saldırırlardı. Tanju şimdi eski solcuların müzisyenliğe dönüşmüş biçimi olan, rock müzikle daha içli dışlıydı, protest müzik O’nun isyanına daha yakın geliyordu. Osmanlı rahatlığı, efendiliği eski zindanlardaki kuru kafalar gibi küfleniyordu.
Candan bu arada bombalarını patlatıyordu ya, Tanju pek ilgilenmiyordu. Bir gün Sultanahmet’te amfetamin ve birayı bolca kaçırdıkları bir öğleden sonra, Alman Çeşmesi’nden su içip çimenlerde uzanırlarken, amfinin sürati O’na bir gerçeği  çaktırtmıştı. Birlikte yaşama fikrine Candan alışık değildi, karşıydı. Eğer evlenmezse ya da araları evlilik olmaksızın bozulursa bir daha eve dönemeyişi O’nu korkutuyordu, ailelerinin izni mutlaka olmalıydı ya, bu nasıl olacaktı..Bu açıklama, Tanju’ya samimiyetsiz, çocukça ve aptalca gelmişti. Daha birlikte yaşamadan, böylesi bir eyleme girmeden ayrılmanın planlarını yapması, Tanju  gibi hippi felsefesini  önemseyen biri için çok aşağılayıcıydı. Bu kız harbi Kayseriliydi..Candan’ın kardeşi Handan’ın doğum gününde, annesi Gülsen Hanımı gördüğünde, biraz daha anlamlanmıştı bu cümleler. Gülsen Hanım Nişantaşı’nda oturmalarını, kızlarının iyi koca bulması için yaptıkları bir fedakarlık olarak nitelemişti. O gün, nüfus memurluğunda çalışan Candan’ın, koro arkadaşı Adnan’a kızını vermek niyetinde olduğunu açılmıştı Tanju’ya. Yani hiç heveslenme diyordu, üstü kapalı olarak. Hatta daha ileri giderek “sen böyle tombulken hiç kız arkadaşın olabilir mi” ye, dek getirmişti sözlerini. Yani kızımdan uzak dur diyordu. O gün Tanju ve mahalle arkadaşı, Ankara’daki  okulundan yurt arkadaşı Nevzat, birliktelerdi ve Nevzat Candan’a telefon numarasını vermişti. Takıntılı Gülşen Hanım, bu telefon numarasını  o hafta içinde değerlendirip  Nevzat’ın annesi Cavidan Hanımı aramıştı. Kimdi bu Tanju. Tanju’nun annesi,  Nevzat’ın annesi Mütecessis Cavidan Hanım’ın müteveffa kocasının patronu İlhan Beyin ve karısının iktisat fakültesinden sınıf arkadaşıydı. Firuzan Hanım; İlhan Bey’in karısının aynı zamanda, aynı kolejden arkadaşı olduğunu, ancak kadının ailesinin Hıristiyan olduğunu, Tanju’nun da uyuşturucu kullandığını bir güzel anlatmış, aslında evliliklerinin altına dinamit lokumunu yerleştirmişti. Cavidan Hanım, Tanju’yu pek sevmiyordu, oğlunu yanlış yola götüren hıyar, O’ydu çünkü.
Kayserili Candan’a, Tanju’nun İstanbullu ailesi çekici geliyordu. Diğer yandan bu çekicilikte   bir acayiplik sezinliyordu; Tanju’nun baba tarafından ailesinin Çerkez kökenli olduğu anlatılıyordu. Ailesinde ilk mektepli, subay olan Çerkez Dede; Silifke’de, Göksu Deresi’nin üstündeki balkonunda,sabaha kadar rakı içip, bir gecede beyazlamış saçlarına, beylik tabancasından çıkan mermiyle, kıpkırmızı bir imza atıp, yedi çocuğunu karısıyla bırakmıştı. Ne Tanju ne de babası biliyordu; Ömer Naci’nin,  Selanik Harp Akademisi’nde üstelik Atatürk’ün iki sınıf üstündeyken başlayan, parlak kariyeriyle başarılı bir subayken, Osmanlı paşaları tarafından harcanma nedenini. Adamcağız yok edilmiş, karısının ailesinden olan Ethem’in başarısızlıkları aile yakınındaki tüm subaylara bulaşmış; babaanne yedi çocuğuyla öldürülmemek için aile ağacı olan bayrağı yok edip, İstanbul’daki evi de satarak, Anadolu’da bir süre kaçak yaşamak zorunda bırakılmıştı. Her devlete olduğu gibi, şanlı bir mücadeleyle kurulan yeni devlete de ihanetlerin kanı bulaşmıştı. Osmanlı Devleti, kendisini yıkanların elinde can çekişirken bile  öz çocuğu paşalara, cinayetlerden bir örgüyü haraşo yaptırmıştı. İhanete uğramadan mücadele başlamıyordu, ihanet etmeden hiçbir şey kurulamıyordu; sanki Adem Havva öyküsünde, Habil Kabil kavgasında ve Yusuf’un başına gelenlerde, ihanetlerin kutsal kitapların ana kurgusu oluşunun nedeni buydu. Candan’a acayip gelen ailede anlatıla gelen olayların zenginliğine karşın, maddi bir zenginlik görmeyişiydi, içine girdiği ailede her şey hem sıradan hem olağan üstüydü; ne biçim insanlardı bunlar?
   Tanju’nun emekli yargıç babası ve damdusyon üstüne iktisat fakültesi mezunu annesinin maaşları ve birikimleri azdı ama kendi anne babasının arkadaşları bile, böyle  insanlarla birlikteler diye Onlarla görüşürdü. Yani birinci dereceden bile kendi ailesinin böylesi tanıdıkları yokken, şimdi kendi ailesinden yaşça çok büyük, O’na çok saygın gelen varlıklarının altında eziliyor, bunu kendi ana babasına anlatamıyordu..İlkokul mezunu annesi; Fransız rahibelerinin elinde liseyi bitirmiş, babasının bitiremediği ticaret akademisinin, ilk mezun kadınlarından olan, ardında üç yaşında bir kız ve on yaşında bir erkek çocuğu bırakarak 1932’de, yirmisekiz yaşında, eroinden ölmüş anneannesini ve Beyoğlu Emniyet Amiri eşi, süslü Fahri’yi nasıl anlayabilirdi. Tanju’nun demesine göre adı ‘Fatma’ olan bu meçhul ve gizemli kadının asıl adı “Siranuj”du. Bu, nasıl bir isimdi; ne ismiydi, bu duyulmamış ismin sahibi Tanju’nun anneannesiydi. Şimdi Fahri Bey’in ikinci karısı, Amasyalı bir Ermeni köylüsü olan Peyman Hanım bile, Candan için tarih filminden kaçmış bir portre gibiydi. Candan annesine hiçbir şey anlatamıyordu. Kendisi de bazı şeyleri anlamaktan adeta korkuyordu, üstelik Tanju O’nu bir gün Bomonti’de, bir ihtiyarhanede acayip bir kadınla tanıştırmıştı. Annesinin yaptığı Yaprak sarmalarını ve su böreğini götürdüğü bu kadın; annesinin teyzesiydi. Yoksul giyimli, yaşlı kızıl saçlı, yeşil gözlü kadının bakışları cin gibi yanıyordu ve oturduğu küçük, eski ceviz mobilyalı, bulup buluşturulmuş gibi eşyalı odada; gelen telefonlarda İngilizce, Fransızca, Almanca ve anlayamadığı bir dilce konuşuyordu. O gün odaya yaşlı bir adam girdi. Bu kadar dil bilmesine karşın kadın cumhuriyetçi bir dilbilimci titizliği ile arındırılmış Türkçe konuşma kaygısından kaynaklandığı izlenimi verircesine, Anadolu lehçesiyle ‘kardaşımın torunu’ deyip, Tanju’yu mösyö Horantos’la tanıştırmıştı Candan’ı gösterip, fırlama bir gülüşle ve bu kez daha tanınır bir lehçe ile ekledi; ‘bu da arkadaşıdır’. Yaşlı adam, ikisinin de okulunu sordu, Beyrutluydu ama açıktı ki Arap değildi. Robert Kolej’i mezunu olduğunu söylüyordu, Mari Cler ve yaşlı adam o gün Onları yemeğe çağırdılar. Tümünde vazolar içinde çiçek olan, beyaz örtülü masalarda; daha genç yaşlıların, beş yıldızlı otel havasında servis yaptıkları yemek salonunda; eski ve büyük piyanoda, yaşlı Beyrutlu yumuşak ve neşeli ezgilerle yemek müziği yaptı. Arada Tanju ve Candan’a bakıp, hoş bir biçimde göz kırpıyordu. Yemek sonrasında salon boşalmaya başladığında, mösyö Horantos yemeğini yerken Mari Cler, İsviçreli olduğunu öğrendikleri, yaşlı fakat mihrap yerinde sarışın, yeşil gözlü, nur yüzlü bir rahibeyle konuşup; Onları Pangaltı’daki, üç katlı evinin ardiye olmamış tek odasına, kahve içmeye götürdü. Dördü, naftalin kokan evde, kirli bir kavanozdan çıkardıkları bayatlamış kahvelerini içtiler ve yine Tanju’nun babasının, taksitle alınmış kırmızı renosuyla huzurevine geri döndüler. Yaşlı Beyrutlu ve Mari Cler, Onları baharın ilk serin günlerinde rengarenk çiçekli, bakımlı bahçede; Michelangelo taklidi ‘İsa ve Meryem Heykeli’nin altında öptüler, vedalaştılar. Candan gördüklerinden, yaşadıklarından neredeyse sarhoş olmuştu. Üstünde, Onları tanımaktan dolayı bir mağruriyet oluşmuştu. Ama Mari Cler, Tanju’nun babası ile görüşmüyordu ve bu görüşmeyi kimseye anlatmamasını istemişti Candan’dan, gerçekten acayip aileydi bunlar.
Evlenmişlerdi işte, pek istekli bir nişanlılık değildi bu, tam sevgililik aşaması bitmiş, artık ilişki hiçbir şey ifade etmiyorken; kızın ailesi ikisi arasındaki ilişkiyi öğrenmiş, O’nu kulampara sarmasına getirmişlerdi. Bir gün babası Nihat Bey, emekli ikramiyesi ile açtığı mobilyacı dükkanına Tanju’yu çağırmıştı. Sözde kibar tabir biçimde, ben sana bir kitap verdim, diyelim Candan bir kitap; verdiğim gibi mi, üstünde çizik var mı diye, sormuştu. Bu ne denli ayıp bir soruydu Tanju için, ‘kitabımı çizdin mi, kızımı düzdün mü’ gibi bir soruydu. Candan adına çok üzüldü, bunlar ne biçim insanlardı. O da Hazreti İbrahim’in, firavunun adamlarına söylediğini söyledi; İbrahim’in karısı güzelmiş, İbrahim’in elinden almak istemişler, O da O’nun için kızkardeşimdir demiş dedi; Candan, benim kız kardeşimdi. Nihat Bey bunu duyunca, haa, iyi o zaman dedi. Masasının arkasındaki perdeyi araladı, iri yarı bir adam çıktı. Sonradan öğrendi ki elinde levye ile çıkan bu herif, dükkanın altındaki garaj işletmecisiymiş. Haydi İbrahim dedi, delikanlıyla bize çay getir de içelim, bir daha görüşmeyeceğine dair bize söz verdi.. Tanju tabii ki çayı beklemedi. Adam yaptığı gösterinin muhteşemliğinden emin; güle güle, delikanlı olduğuna inanıyorum, sözünü tutacağından eminim, dedi. Eve dönerken adamın tavrına iyice takılmıştı. Zaten eve geldikten sonra Candan’ın telefonu gecikmedi, ne oldu babamla görüşmeniz; bir daha görüşmemizi istemedi, levye ile beni tehdit ettiler. Candan o gece kalktı, anne ve babası İstanbul dışında olan Tanju’nun evine geldi. Tanju, olanları anne ve babasına telefon ederek anlattı. Çalıştığı muhasebe bürosuna gelen telefonlarla, daha sonra dayak ve polise şikayetle tehdit edildiyse de kızcağızı korumak için, yanına limanlayan Candan’la evlilik işini çıkardı. Böylece eski bir Anadolu evlilik tuzağına da düşmüştü.
Araya aileler girince olayın limoniliği biraz daha azaldı..Soğuk kahve ikram edilen bir kız isteme töreninden sonra nişanlandığı günlerde, başka bir muhasebe bürosuna geçmişti Tanju. Ailesi, gelinlerinin ailesinin zamanla eğitilebileceğini düşünüyordu. Tanju, daha çok para kazandığı yeni işyerinden mesai sonrası çıkışlarında, mutlaka eski bürosuna da uğruyordu. Eski bürosundan, uzun süre aralarında bir sıcaklık olmadığı halde büyülü bir değnekle aralarındaki buzlar erimiş Asu’yla, çıkıp oturuyorlardı. Gittikleri yer genelde Cağaloğlu Hamamı’nın girişindeki, kafe haline getirilmiş bölümüydü. İlk dakikalarda insanın genzini yakan sabun kokusu, birinci dublelerden sonra kayboluyor; kendilerini eski Yunandaki tanrılar, tanrıçalar gibi duyumsuyorlardı. Aralarında bir yakınlık gelişiyordu ya, Tanju artık nişanlanmıştı, askere gitme hazırlıkları başlamıştı. Candan sık sık Tanju’larda kalıyordu. Derken evlenme günü geldi çattı; yeni ev tutmamışlardı çünkü Tanju, sekiz aylık kısa dönem de olsa olmayacaktı. Fahri Dede’nin polis şefi olmasının yararını, polis moral eğitim tesislerinden yararlanarak gördüler; düğünlerinde nöbet kulübesinde polis beklerken dörtlü cigaralar, polisten de dönüp öyle yol alıyordu. Hatta hep birlikte horon teperlerken, diplomasına rağmen matematik öğretmenliği yapmış annesinin öğrencisi, narkotik polisi İbrahim’in tanıdığı bir polis, yere düşürdükleri plakayı affedersiniz diyerek, Tanju’ya vermişti. Eve yorgun argın gelmelerine az kala Candan’ın annesi, tutturmuştu; ben kapıya sandalye koyup çarşaf bekleyeceğim diye. Tanju’nun babası, böyle bir şey gelenek değil terbiyesizliktir, deyince; taksi çağrılmış ve ellerindeki yolculuk çiftesi ve gerdek sınıfı kokainlerini alıp, yola düşmüşlerdi. Tanju’nun çocukluk arkadaşı Barbaros’un da eve giden kokain ve esrar da aklı kalmış; ben de gelsem olmaz mı çocuklar, demeye başlamıştı. Tanju’nun babası, saçmalama lan gerdeğe misafir mi gidermiş deyyus, deyince; ayakta duramaz halde boynunda İtalyan mafyaları gibi beyaz kaşkolu ile taksinin arkasından ağlayarak, el sallamıştı. Evliliklerinin üstünden çok geçmedi; bir gün Tanju, yıllardır hafta sonlarında gittiği havuza hazırlanmak için mayosunu ve havlusunu balkondan toplarken, annesi geldi; her kadın gibi kendisiyle özdeşleştirdiği mutfağa girip, girişteki yemek masasına oturup ağlamaya başladı, elindeki paketleri mutfak tezgahının üzerine koymuştu. Tanju ister istemez poşetin içine baktı, poşette zeytinyağlı dolma ve su böreği vardı; ne oldu, demesine kalmadı kapı çaldı Candan’dı gelen. Tanju’nun yüzü allak bullaktı, ne oldu; Tanju bir şey demedi. Candan da mutfağa girdi, ne oldu, teyzem.. diyesi oldu Firuzan Hanım; Mari Cler ölmüş,.. Candan Tanju’ya gülümseyerek baktı, ne var bunda bu kadar üzülecek, deyip kikirdedi; O Ermeni değil miydi, Tanju söyleyecek bir şey bulamamıştı bu soruya. Tanju’nun annesi ağlamasını azaltıp Candan’ın yüzüne baktı; kızım dedi, insanın kedisi bile ölse üzülür. Gözyaşlarını silip masadan kalktı, zeytinyağlı dolmaları ve su böreğini tabaklara yerleştirirken Candan gelip bir Yaprak sarmasını ağzına attı, şapırdatarak iştahla yiyordu. O an Firuzan Hanım’ın Candan’a bakışları pek dostça değildi.. Evliliği ondan sonra pek de kutlu gitmedi, askerliği boyunca Candan’dan ayrılma planları yaptı, gittikçe az mektup yazıyordu. Bir yahudinin yanında çalışıyordu Candan, O’nun muhasebe işlerine bakıyordu. Gittikçe işine sarılıyordu; yahudi kırk yaşlarında, O da yirmibeşli yaşlardaydı. Mois’i ‘Damdaki Kemancı’daki Kasap Lazar lavuğuna benzeten Tanju; aşkından ölmemesine karşın, karısını özlüyordu da..                                                                                                                  Kıvırcık Beyhan sayesinde bir sürü polisle tanışmış, ranza arkadaşları ile gece nöbetlerinde esrarlı sigaralar içip, uykusuz ve yalnız Candan’ı düşünüyordu. Candan iki kez O’nu ziyaret etmiş ancak bölük komutanı, Onları odasında görüştürmek isteyince Tanju bozulmuştu. Yine de tanıdığı polislerden Çelik ve karısı Neriman, Onlara çok yardımcı olmuşlar, hafta sonlarında tel devriyeden kaçıp Çelik’in evinde olabiliyorlardı. Çelik, çevik kuvvetteydi, çok yoruluyordu. Geleceğe dönük bir uzmanlık için Tanju’nun pratik ve meraklı bir araştırmaya dayalı uyuşturucu bilgisi ile cıgara içip narkotik derslerine çalışıyorlardı. Narkotik büro O’nun için yükseliş olacaktı; Bir polis olarak Çeliğin dikkatini çeken şey Tanju’nun psikoloji bilgisinin fazlalılığı ve uyuşturucuyu  konusunda tıbbi ve hukuki bilgisinin fazlalığıydı,polis narkotik dersi kitabında sorulan her soruyu biliyordu Tanju..Çelikle görüşmeleri Tanju’nun iş yaşamı boyunca da sürmüştü .Şiir yazan çeliğin kitabının yayınlanması için Tanju’yu zaman zaman arıyordu.Ne de olsa Tanju onun askerdeki en yakın arkadaşıydı.Göreve gittiği yerlerden pek esprili olarak telefon eder beyefendi lütfen emniyet müdürlüğüne uğrayınız esrar içtiğiniz tespit edildi gibi Tanju’ya soğuk gelen şakalar yapardı
Askerlik bitiminden başlayarak açtıkları yeni dükkanında, Tanju iyi kazanmağa başlamıştı. Candan, yahudinin şirketinden ayrılmıştı; Tanju dükkanda işlerine çok karıştığı için Candan’ı istemiyordu ancak kazancı, Candan’ın ailesinin dikkatini çekiyordu. Babası Nihat, Tanju’yu çaktırmadan haraca bağlamıştı, Tanju her ay belli bir parayı çek ya da nakit olarak vermezse Candan’ın babası kafalarında bitiyordu. Tanju çocuğu olduktan sonra evine daha sarılan bir baba olduysa da Tanju’nun çocuğunu sevmesi bile Nihat Bey’in çok hoşuna gitmiyor gibiydi çünkü Tanju, Alper’i gece kalması için kimseye vermiyordu; O’nu dükkana götürüyor orda heykellerle, eski eşyalarla Alper’le saatlerce oynuyordu. Alper yüzünden eski oyuncaklara merak sarmıştı; müşterileriyle arkadaş gibi olan Tanju’nun bu merakına, müşterileri de kapılmış eski oyuncak koleksiyonu yapmaya başlamışlardı.
Alper babasına öyle alışmıştı ki baba diyerek, ağlıyordu. Candan çoğunlukla annesine gidip günlerce kalıyor, Tanju ve Alper de dükkanı kapayıp eve gidiyorlar, yemeklerini yedikten sonra uyuyorlardı. Evde bir düzen vardı ama sanki ayrıca da bir düzenler var, gibiydi; Candan geldiği zamanlar genellikle dışarıda yiyorlardı. Candan’ın annesi Alper’in hafta sonları yüzmesine kafayı takmıştı, torununu hafta sonları göremiyordu. Diğer yandan kumarda para kaybeden Nihat Bey de Tanju'nun gönderdiği aylık çeklerin, son zamanlarda aksamasından şikayetçiydi. Tanju düşlerindeki tekneyi almış, içine koyacağı makineyi bulmaya çalışıyor; tekneyi donatmaya para harcıyordu. Candan tekneden söz ettikçe, kendi evinde Tanju’ya karşı muhalefet, giderek büyüyordu. Tanju ile Candan arasındaki kavgalar gittikçe artıyordu. Tanju’nun annesi Firuzan Hanım, beyin kanserine yakalandığında acil ameliyat gerekti ve Tanju, ameliyat sonrası annesi ve babasının yanına taşındı. Annesinin bilinci gittikçe yitiyordu; Tanju, işe gitmeden önce annesini doyuruyordu. Firuzan Hanım hiçbir şey yemiyordu yalnızca Beyoğlu’nu, gençliğini çağrıştıran ve belki içinde Tanju’nun çocukluk mutluluklarını, tatlarını da barındıran profiterol yiyordu; ceviz kaplamalı, klasik kasalı, Rum götü kokan, İnci Pastahanesi’nden olmasa da.. Bir süre sonra onu da yemez oldu, serum takılmaya başlandı. Sabah ve akşam Tanju annesinin altını değiştiriyordu. Candan iyice ortadan yok olmuştu, taa ki Firuzan Hanım üç ay içinde tamamen eriyip ölünce haberi alan Candan, sabah erkenden geldi; oğlunu kucakladı ve cenaze kalkana dek evde kaldı. Cenaze kalkınca O da bir misafir gibi ,Alper'i babasının kucağında anneciğinin ardına bakar halde bırakıp gitti. Cenazeye Candan’ın babası gelmedi, Tanju zaten yalnızdı, babası ile birlikte kaldırdıkları cenazeden sonra, Cahit bey bir süreliğine diyerek Marmaris’e indi.
Tanju’nun zaman zaman gelen karısı,sorun kalmadığı için artık evde oğlu ve Tanju’yla kalıyordu. Ancak hafta sonları Alper’in kendi annesinde kalmasında ısrarlı olmuştu. Yüzmenin çocuk için yararından çok annesinden kaçırıldığında, iddialıydı. Tanju’nun annesinden miras kalmadığını öğrendikten sonra Tanju’yla soğuk bir sesle konuştu. Ne biçim annesi babası vardı, oğulları da onlara çekmiş olmalıydı. Salaktı bunlar, yıllarca İstanbul’da kalıp mal mülk edinmemişlerdi. Mirastan umudu kesen Candan bu arada yine eski patronu yahudinin yanında çalışmaya başlamış, O’nun defterlerini tutuyordu. Tanju’ya kalsa bir daire bile alamayacaklardı. Tanju’nun annesinin ölümü unutulmuştu, aradan bir yıl geçmişti. Düzenleri sözde oturmuştu ama oturmayan düzen, gittikçe ayaklanıyor gibi geliyordu Tanju’ya. Cuma akşamı masaya servis bıçağı konmaması nedense sorun olmuştu, hep böyle vır vır  homurdanmalar oluyordu. Uyandığında, yine  havuz tartışması başladı ki hafta sonuydu, havuza birlikte gittikleri arkadaşları da Onları bekliyordu. Candan gelmiyorum diye tutturmuştu, Tanju o gün havuza Alpersiz gitti; Alper ve Candan gittiler. Alper kıvırcık sarılıktan artık beyazlamış saçlarıyla üstünde sarı bir anorakla anneannesine gitti.
Tanju eve geldiğinde yerlere yağ dökülmüş, oda kapılarının camları kırılmıştı. Havuzdan gelmişti yüzü pespembe  ve çok sağlıklıydı ama ayaklarında fer kalmamıştı. Yatak odalarında, kanserden ölen annesinin, son günlerinde giydiği eski yeşil hırka, yağların içinde kasten bırakıldığını bağırıyordu neredeyse, o hırkayı saklamıştı. Annesinin eski Rus ve Osmanlı ziynetleri gitmiş, o yırtık hırka kalmıştı. Ziynet ve hırka birleşmesi, bu hırkayı ve bir alın yazısının sonunu gösteriyordu.
Tanju’nun ancak anımsayabildiği küçük yaşlarında, bir Fadime Ablası vardı; evlatlık edinilmiş, ancak ailesinin bir ‘besleme’ gibi değil, ‘öz evlat’ gibi benimsediği bir “evlat”lık. Evde kaybolan bir antika yakut yüzük O’ndan bilinmiş ve Fadime Abla yok olmuştu. Bu kızcağızın evden uzaklaştırıldığını, ailesine teslim edildiğini ilkokul üçüncü sınıfta öğrenmişti. Aradan otuz yıl geçtikten sonra, hala evde olsun kullanmak için bırakılmış, kalitesinden mi, İngiliz yünü ve ithal oluşundan mı, dizaynından mı, neden bilinmez atılmasına kıyılamamış yeşil hırkanın kolunun içinden çıkan; bu yakut taşlı, klasik kalemkarlı anneanne yadigarı, 19. yüzyıla ait antika altın yüzük hem annesini hem babasını hayalet görmüşe döndürmüştü. O kızcağız boş yere suçlanmıştı, eğer evden uzaklaştırılmasaydı şimdi belki Tanju’nun babası gibi yargıç olacaktı, belki doktor, kim bilir ama şimdi adı bile bilinmeyen bir köylü kadını diye; annesini babasını üç gün uyku tutmamıştı. İşte bu kötü kadere aracılık yapmış eski dost bu hırka, yılların acısı içinde değilmişçesine; boş ve üstü yağlanmış, yakılmaya hazır, tombul bir ortaçağ büyücüsü gibi yerde yatıyordu. Otuz yıllık günahkar yüzük annesinden kalma ziynet kutusu içinde, karısı ile birlikte yine uçmuştu ama bir tek kafası kesilmiş bir adam yoktu o talan edilmiş evde, bir de “daha hain” bir cinayet... Evin yorgun duvarları üstüne yıkılıyor gibiydi, evin kirasını bir daha ödemedi. Hiç bir giysisi yoktu; hafta sonu olduğu için parası Kadıköy’de, Körler Sokağı’nın Tekel birasına yetti. Bira; beklemekten morarmış biber dolması, ‘içine mart osurmuş’ denilen yumuşak ve küflenmeye yüz tutmuş turşu, yağsız tıkır tıkır  peynirle, ucuza kafa yaptı. Alkoliklerle birlikte dişlerinin arasından hava çekerek, kalıntıları ağzını şapırdatarak temizledi, iyice sarhoş oldu. O gece Kadıköy’de kötü bir otele gidip, üç kişilik bir odada iki inşaat işçisiyle ter ve ayak kokusuna kendi alkol kokusunu ekledi, mışıl mışıl uyudu. Ertesi gün kalktığında işçiler gitmişti.
Galeriyi devretti.. Galeri isim yapmıştı, zaten epeydir Almancı bir kadın isteyip duruyordu, epeydir de bu işi bırakmak istiyordu. Karısı da basıp gidince bu işi bitirmek gerekiyor, diye düşündü ve yaptı. Yarım hakkını karısına verdi. Çük gibi kalakalmıştı ortada işte; çevresindeki insanlara bakıyor, bir sevgili bulmak O’na anlamsız geliyordu. Karısı ve çocuğu, O’nun annesi babası olmuştu, diğer insanlar O’na yabancı geliyordu. Hoş, hiç unutmadığı, uzaktan görüştüğü, evlenmelerinin önünde hep bir şekilde büyülü efsane olmuş Asu vardı. Asu hep bir dosttu..
Annesi öldükten sonra, biraz kafamı dinleyeyim, diye güneye inen babası da birçok İstanbul emeklisi gibi Marmaris’e yerleşmişti; Kendine göre uzatmaları oynadığı bu son dakikalarda, çok sevdiği karısının boşluğunda, biraz zamparalık yapacaktı. Tanju da gitti Marmaris’e, ‘ağustos böceği’ denilen geveze böceklerin sesiyle anımsar Tanju; Marmaris İçmeler Kasabası’nı, cumartesi günleri kurulan pazarını, kurnaz güney köylülerini.. Köylü kadınların, ne iş yapıyorsun, sorularından ne sıkılırdı. Köy havasını tamamen bitirmiş, Amerikan filmlerindeki Miami’ ye özenmiş bir Marmaris hiç çekici gelmemişti O’na.
Ancak anımsayabildiği zamanlarda; mayosuz,  pipisi sallanarak, sivil denize girdiği Marmara Denizi’ne alışıktı belki. Süreyya Plajı’nı, Suadiye Plajı’nı, anneannesiyle gittiği Boğaz’daki plajları unutamıyordu. Okul öncesi çağlarında bez soyunma kabinlerinin altından ya da deliğinden röntgen yapardı. Yakalandığında da kadınlar, “seni zampara, seni” diye öperlerdi. Deniz Marmara’ydı, ne Karadeniz gibi hep çalkantılı ve rüzgarlı ne de Akdeniz gibi korkunçtu. Küçükken içki sofralarında babasının mezesinden çaldığı ahtapotların, kalamarların, o çok bacaklı hayvanların Akdeniz’de yaşadığını bilmek bile O’nu ürkütmüştü hep. Şimdi burada da denizden dinozor çıkacak hissine bile kapılabiliyordu. Marmaris’in kalamarları bile, bi’ tipti yani, çamur solucanına benziyordu; buraların insanı da denizi gibi vahşiydi sanki. Tuzlu denizden de gözleri yandığı için şikayetçiydi. Keyfi de fena değildi hani, altı aydır görmediği oğlu Alper’i de bir haftalığına yanına almıştı, artık üç yaşındaydı; her gün denize gidiyorlar, dönüşte yoldaki kara duttan yiyorlar, dondurma alıp geliyorlardı.
Babası da o günlerde öldü zaten...
Rakı almaya gitmişti; ilk dubleleri doldurmadan önce, içkiye başlayınca sofradan kalkmak zor olur diye düşünerek. O gün İçmeler’ in pazarıydı. Alper’i omzuna alıp pazardan torba yoğurt aldı, rakıyla iyi gider, dedi. Torba pazarda dikişlerinden patladı, Allah kahretsin.Şu deli Einstein’ın aynı anda oluş prensibi mi yine iş başındaydı ne?!Yoğurt konduğu torbayı taşıyamamıştı o anda başka ne konulduğu şeyi taşıyamamıştı? Yumuşak, anaç sesli, güneşten teni yanmış, binlerce yıldır yaşıyor gibi, satıcı kadın; “ne önemi var, canın sağ olsun”larla yine iki kilo yoğurdu doldurmuş, ek para da almamış, tezgahın arkasından eğilip Tanju’nun omzundaki Alper’in yanaklarını sıkıştırmıştı. Ama torba neden dökülmüş, neden patlamıştı? O’nu, pazarın ortasında rezil etmişti, yerdeki yoğurdu temizlemeye kalkmış, yoğurtçu kadın 10 yaşlarındaki küçük oğluna “temizle” demişti bile. Eve dönüşte yol üstündeki yaşlı duttan, kara dut koparıp yemişler; Tanju da babası için iki üç tane koparıp eve getirmişti. Eve geldiğinde bahçede mangal köz haline gelmiş, tencere; içinde etlerle  ızgaraya hazır bekliyordu. Alper’i omzundan indirip bahçede, güvercinliğin altına bırakmıştı. İçeriden televizyon sesi geliyordu. Televizyonda babasının çok sevdiği o salak pembe dizilerden biri vardı, birazdan bitecekti. Etlerin bir bölümünü ateşe attı. Izgarayı tam doldurmak nedense içinden gelmedi. Alper için bir iki parça yeterliydi şimdilik. İçeriye su almak için gittiğinde babasının derin bir uykuda olduğunu gördü. Gözünde gözlükleri  yarı inmiş, şortunda spermler artık iyice kumaş tarafından emilmiş, göğsü morarmaya başlamıştı. Babası ölmüştü işte!. Babası da ölmüştü..Babasının bedeni içindeki yaşamı atmıştı içinden tıpkı süzme yoğurt gibi,Einstein yine haklı çıkmıştı. Farkında olmadan buzdolabını açtı, İstanbul’dan önceki gün maaş almaktan  gelen babasının getirdiği viskiyi gördü, bir bardak koyup hepsini birden dikti tepesine; soğukkanlı olmalıydı, şimdi ne bok yiyecekti, dışarıda cırcır böcekleri gemi azıya almışlardı. Yoğurdu dışarıda bıraktı, çok sevdiği için yine pazardan aldığı makarnayı ve babasının güvercinlerinin yemini buzdolabına koydu,şaşkındı. Elindeki kara dutlardan birini ağzına attı, viskinin ağzındaki acısını gidermişti bu dutlar; adama kısmet olamamıştı işte. Alper bahçeden gelmiş, dedesinin bacaklarına yaslanmıştı; “hadi dede, yemek hajır” diyordu. Tanju Alper’e baktı, üstünde mavi tulumuyla ne kadar sevimliydi. Son iki dutu oğlunun ağzına verdi. Kucağına aldı, sarıldı ve ağlamaya başladı. Alper O’nunla birlikte ağlarken, dedeme ne oldu diyordu, hiçbir şey, dedi Tanju; dede öldü, gel O’nu hazırlayalım... Sonra babalığı tuttu, Alper birazdan olabilecek gel git içinde aç kalmamalıydı; Ama önce gel bir sandviç yapalım. Bahçeye çıkıp bir yüzü fazlacana pişmiş iki parça eti, gelişi güzel bir çeyrek ekmeğe doldurdu. Alper elinde sandviçi, ısırırken babasını izliyordu; Tanju babasını yüklenip içerideki odasına, yatağına götürdü. Ölüler için ağırlaşır derler, diye düşündü ama O’na da ayrı bir güç gelmişti; zor zamanlarda direnmenin gücü, yaşam ölümden ağırdı çünkü.. Alper de bir elinde ekmek, diğer eli dedesinin şortunun paçasında O’na yardım ediyordu. Tanju babasının çenesini bağlamayı düşündü, neyle bağlayacaktı. Çekmecedeki fanilalardan birini aldı, eteğindeki dikişli yeri yırttı, komodinin üstündeki tırnak makasıyla kesti, çenesini bağladı, Alper soruyordu; ne olmuş, dişi mi ağrıyormuş. O acılı anında Tanju gülümsedi, viskiyle de biraz sakinleşmişti. Dişlerini çıkardı, ayak başparmaklarının ucunu birleştirdi, bağladı; başka ne vardı, hah bıçak, bıçağı alıp karnına koydu, böylece ölü şişmezmiş, dedem kılıç mı oynayacak, evet dedi Tanju, yanında bir kılıç olsun, belki gerekli olur. Tanju tüm bu ölü hazırlama işlemlerini babasından öğrenmişti, annesi öldüğü zaman. Ne pis işlerdi bunlar yaaa. Alper’i kucağına aldı. Çıkıp komşusu Adnan’a haber verdi, Adnan her akşam barına  gittikleri İngilizci Gökşen’in işletmecisiydi, Alper kadar bir oğlu vardı. Adnan birazdan işe gidecekti, bir saat önce “amca”yla selamlaşmışlardı. Her ölü yakını gibi birden gelen ölüme inanamıyordu. “Amca” bir melisayı boy çubuğuna takmaya çalışıyordu. Öldü sandığı bir melisa diğer adıyla krizantem, dirilmişti “amca” mutluydu.
Adnan’ın karısı daha Tanju söylemeden, bu gece Alper bizde kalsın Ajlan’la oynarlar, dedi. Ajlan da Alper’le yaşıttı. Muhtara filan haber verme işini bilmiyordu, Adnan halledecekti, çünkü  bu işler daha önce babasının görev alanındaydı. Alper’i bırakıp eve döndü, bahçedeki etleri alıp buzdolabına koydu. Bahçeye çıktı yine güvercinliğin altına oturdu, esrarlı bir sigara yapmak için cebindeki dedesinden kalma antika gümüş tabakayı çıkardı, elleri titriyordu, vazgeçti, tabakayı kapattı. Bir sigara yakıp insanların gelmesini bekledi. Olanlar güvercinlerin tıngırında bile değildi; ulan bu küçük, güzel kuş evlerini bile babası yaptırmıştı, onlar hala umarsızca yavrularına yem taşıyorlardı, O’na hep söyledikleri gibi, hayat devam ediyordu. Adnan köyün muhtarını, babasının gündüzleri gittiği kafenin İstanbul’lu sahibi Ersin Bey’i getirmişti. Ambulansa yüklenen ceset evden çıkınca, Tanju viskiye başladı. Sigara tabakasını çıkardı ve yapıştırmaya başladı çarşafları. Sigaradan sağlam bir duman aldı, gözleri yeşil çamlarla kaplanmış tepeye anlamsızca dikilmişti; dünyada şimdi bir oğlu bir de Asu vardı...
BÖLÜM  III
Asu fıkır fıkırdak bir şeydi, Trakya kökenli bir kızdı. Masmavi gözleri, Eros gibi yuvarlacık bir suratı vardı. Açık kestane saçlıydı. Rüzgar estiği zaman güneşle birlikte ambrsoler kokusunu gönderirdi, uçuşan saçlarıyla güneş tanrıçası gibiydi. Gözleri ile dudakları bundan daha uyumlu hiçbir kadın yoktu Tanju’ya göre. Mini etekli dolaşırdı çoğunlukla. Yuvarlak kalçaları sıkı sıkıya bir isyanla, dar etekliğin içinde kütür kütür gençliğini anlatırdı Asu’nun..
Sabahları dokuzda Tanju’nun da çalıştığı muhasebe bürosunda başlayan iş günlerinde, poğaçasını yedikten sonra müşterilerle telefon konuşmalarında şuh kahkalar atardı. Tanju Asu’ya daha çok duygusal bir yakınlık duyuyordu. Oysa büroda tüm erkekler Asu’nun aşağılık bir orospu, hatta bir motor olduğunu düşünüyorlardı. Üstelik eşşek gibi yatmak istiyorlardı O’nunla. Kimisi evliydi kimisi de ahlakçı olarak küçümsemekle birlikte O’na hasta. Ne biçim heriflerdi bunlar... Bir türlü bu adamlar gibi düşünmeyi öğrenememiş olmaktan hep şikayet etti Tanju. Nasıl anlıyorlardı kadınların orospuluğunu, ya onlar çok kaşardı ya da Tanju. Ya Onlar başka dünyadandı ya da O.
Muhasebe bürosunun en çok iş getiren, en çok defteri olanlardandı Asu. Tanju da aile çevresi ve yakınları dolayısıyla müşteri çokluğunda, Asu’yu ikinci sırada takip ediyordu. Aynı işi paylaşmaları onları biraz da rakip yapıyordu. Sabah çaylarında birbirlerine sert bakışlar atmaları, pek nadirattan olaylar değildi. Ama her şeye karşın, Asu fıkırdaklığından mı her ne halttan bilinmez, daha çok maaş alıyordu işte. Tanju’nun ağırına gidiyordu bu durum, en sonunda öğrenci olarak çalıştığı bu işyerinden  ayrılıp, asıl mesleğine geçme fikrine takıldı kaldı. Arkeoloji okuyordu, “bi bok para etmez” diye, ailesinin zoruyla hiç sevmediği bu işi yapıyordu. Ama O da evlenecekti, ailesi O’nun için bir sermaye hazırlamıştı; eskiden beri çok ilgilendiği antika işini yapacaktı, toprak altı hariç, antika işini eski eser kaçakçılığına dökmeden mesleğinin keyfini çıkarabilirdi. Ne istiyordu ki zaten yaşamdan her hafta bir şişe viski tüketebilmek, akşamları bir tek kağıtlı içmek, arada sırada bir sınıf eroin alabilmek, haftada bir tavukçuda iş çıkışı bira, tavuk götürebilmek, işte o...
Tanju o zamanlar şimdi artık ayrıldığı karısıyla meşhur nişanlılık dönemine girmişti.
Asu’yla bakışları daha yumuşamış, birbirlerine çekimleri artmaya başlamıştı, bir akşam yemeğe çıktılar. Babasıyla öğlenleri gittikleri Çınar Restoran’da ayrı bir sıcaklık, bir ev havası vardı, öylesine yerleşik bir dükkandı ki; garsonlar orada başlayıp oradan emekli oluyorlardı. Ahşap döşemeli zemin, beyaz masa örtüleri ve özenle yapılmış yemekleri ile Çınar, ikisine de evliymişler de evlerinde yiyorlar havasını vermişti. Sonra nasıl bilemeden puding shop’ta, kaçırdıkları fazla biranın da etkisiyle Sultanahmet Parkı’nda sarılıp öpüşmeye başladılar. Yetmedi, Tanju tanıdığı bir hippi çiftin, Enci ve Mari’nin karavanına gidip çifti postaladı ve birlikte oldular. Asu’cuk O’nun evlenmesine hiçbir zaman birşey demedi, hatta evliliği süresince bir kez bile ‘evlenme’ sözcüğünü etmedi. Sonraki yıllarda Tanju’nun Bostancı’daki dükkanına, ta Sultanahmet’ten kalkıp gelir, ancak Tanju’nun karısı ile karşılaşmamak için elinde rakısı, mezeleriyle mendirekte betonun üstüne oturur, mavi gözlerini adaya dikip, dalgın dalgın Tanju’yu beklerdi.
Şimdi Tanju’nun babası ölmüş, Tanju resmi olarak olmasa da karısından ayrılmış, Asu ile ilişkileri neredeyse biraz akrabalık ilişkisine bile dönüşmüştü. Ailesinden kimsenin kalmaması, Asu sayesinde fazla koymuyordu; O’nun yumuşak göğsünde uyumak, iç yaralarına iyi geliyordu. Tanju babasını Marmaris’ten alıp İstanbul’a defnettikten sonra, Asu Marmaris’e yerleşmeye niyetlenmiş ve birlikte yaşam planları yapmaya başlamışlardı..
Babasının cenazesini alıp, İstanbul’a götürmek de pek kolay olmamıştı doğrusu. Babası ufak tefek Akdeniz köylülerinin boyutlarına uymadığından, Tanju önce tabutun boyutunu uzatmak zorunda kalmış, uzun yol gidecekleri için tabutun içine çinko kaplatmıştı. Bu arada ölü yıkayıcılarının havlu, sabun filan gibi istekleri; uzun ve pahalı sıkıcı bir alışveriş... Tanju’nun babasının yıkanması sırasında Alper de gasilhaneye girmiş yıkayıcılarla birlikte dedesini yıkamış, ayaklarını da yıkayın, durun şuraya da su dökelim, sabun kalmış, gibi konuşup, yuvarlak kıçıyla koşturmuş; iyi bir ölü sahipliği yapmıştı. O, su oyunu oynuyordu. O anda yapılabilecek daha iyi birşey de yoktu. Komşular yıkama işine Alper’i göndermek istemeseler de Tanju; oğlunun kara zeytin gözleri, sapsarı kıvırcık saçlarından güç alıyor, yalnızlığını paylaşıyordu. Diğer yandan önceki gece Adnan’a epey yük olmuşlardı. İki çocuk bir olunca ortalığı bir güzel karıştırmışlar, Adnan’ın karısını çileden çıkarmışlardı. Tabut kapanmadan önce Alper’in küçük bir çam yaprağını, bembeyaz kefenin üstüne; bi’ dakka, bi’ dakka deyip atması, Tanju’nun gözlerini doldurmuştu. Çocuklar harika canlılardı, sanki bilinmeyen bir yerden henüz gelmişler de, bizim bildiklerimize henüz alışamamışlardı. Bizim bilmeye çalıştıklarımız onların zaten bildiğiydi, bu yüzden belki onlara melek deniyordu. Bu işler, anlayana saz “hesabı”ydı..
Ölüm sabahı, İstanbul’dan iki alkolik kuzen sözde yardım için gelmişti. İlk işleri babasının cüzdanını arayıp bulmak, miras hesapları yapmak olmuştu. Tanju Onlara hiçbir şey demedi belki bakışları yetmişti, elinde cüzdanı ile göz göze geldiği kuzenlere. Kuzenlerden biri Tanju’nun çocuklukta söylediği ismiyle “Löpçik”di yani Levent’ti. Zengin bir doktor babanın tek oğluydu; üç kağıtçılığı ve çocukluğu “hadi bunu lüpletelim, şunu yürütelim” önermeleri ile dolu olduğu için adı ‘Löpçik’ kalmıştı. Zaten yaşamı da babasının mirasını kumarda lüpletmekle geçiyordu. Löpçik’liğini bir gün Yoğurtçu Parkı’nın fıstık çamlarında uygulamış maymun gibi ağaçlara tırmanıp kozalak toplamıştı, Tanju ve O çam fıstığı yemekten, ishal olmuşlardı. İşte bu Löpçik’ti şimdi, henüz ölmüş denebilecek dayısının cüzdanını karıştıran, miras kokuları arayan bir köpek gibi heyecanlanan. Diğeri de gençliğinde Deep Purple, Beatles taklidi, Mavi Işıklar kopyası,  bir orkestranın akordeoncusu ve klavyecisiydi; akordeonla Kafkas oyunları oynayıp, genç kızlara düşünme şansı fazla bırakmazdı. Amcasının oğlu Kansuk ağbi,  hippi bir yaşantıdan sonra düz bir deniz astsubayı olmayı kendine yedirememiş ve astsubaylık mesleği yüzünden binlerce kez kavga ettiği, kendini küçümseyen banka memuru karısını, bir müfettişe kaptırmıştı. Ailenin bu ünlü ‘Desperado Kuzenleri’ namlarına yakışır bir biçimde, Tanju’nun kiraladığı steyşın vagon arabanın önüne bir güzel yerleşip, biralarını içmeye başlamışlardı bile. Dünya miklerinde değildi sanki, hatta dayı ölmüştü de böyle ekstradan bir geyik olmuştu. Tanju ve oğlu Alper arkada, tabutla haşır neşir yolculuk ediyorlardı; Onlar acılıydılar ama bu hallerinde bile kuyruklarını dik tutuyorlardı. Ceset kokmasın diye tabutun içine buz doldurulmuş, Alper için tabutun üstünde ceket serilmiş, tabutun üstü de bir ranza gibi yatak yapılmıştı. Tanju Çetibeli’nde, İstanbul yolculuğu başlamadan önce; babasının çok sevdiği bu balık restoranında, alkoliklere balık ve rakı ısmarlamış daha sonra babasını tanıyan garsona bir duble rakı daha söyleyip, iyi bir bahşiş vermiş, hareket etmeden önce tabutun kıçında bardağı kırıp çıkmıştı yola. Rakıyı arabaya getiren garson tabuta dostça dokunup, babasına; güle güle beyim, demiş Tanju’yla dolu gözlerle sarılmışlardı. Hiçbir yazlıkçı, gece çam ormanlarının içine böylesine sessiz ve taklada girip kentine dönmemişti herhalde, diye düşünmüştü Tanju. Sabaha kadar çözülen buzlar, akılsızca kaplanmış çinko kaplamanın aralıklarından sızıp Tanju’nun kıçını ıslatacak; Tanju yol üstündeki her yeni şehre girişte biraları tazeleyecek, kuzenler de lakır lakır yutacaktı. Tanju bir ara uyandığında kendini Adnan Menderes Havaalanı’nda bulmuş, alkolik kuzenler sevgilileriyle buluşmuşlardı. Kansuk ön kaputun üstünde, Löpçik arka tarafta tabut olduğu için tam kapanmayan kapağa hatunları dayamış  sevişiyorlardı. Tanju yavaşça oturduğu yerden kapıyı açıp çıkmış,cebinde her zaman taşıdığı,eski hippi arkadaşı Enci’ nin hediye ettiği Fransız    sustalısını  Kansuk’un kıçına dayayıp, arabaya binin ulan, diye bağırmıştı . Olanca gürültüye rağmen Alper mışıl mışıl uyuyordu. Tabuttan sızan buzlu suların üstüne yine oturduğunda sinirden kızarmış yüzü dönüş yönüne bakan Tanju, arka camda gittikçe küçülen kadınlar üstlerini toplarken, Alper’ in üstünü kapattı,  asfalt vızıltılarına  küskünlükler karışmış gidiyorlardı. Kuzenler yanında yatan cesetten çok daha önce ölmüş kurtlanmış cesetlerdi.
Asu onu beyazlamış haliyle cenazeden sonra gördüğünde sarılıp kalmışlardı sokakta. Cenaze namazı öncesinde cami tuvaletinde,Cahit beyin amşamcı sofrasında saygıyla tüm polislerin yargıçlara dediği gibi beyim diyen  narkotik polisi İbrahim’in  verdiği eroinden baba bir çizgi alan Tanju’nun hem rengi atmış hem de yaz sıcağında eroin eroin kokmuştu. Asu ve Tanju o gece bir otele gitmişler, Asu O’na Florince Nightengale gibi davranmış,dahası saçlarını okşayarak uyutmuştu. Sabah uyandıklarında günün ilk üçlüsünü içerken Asu da kararlıydı, Marmaris’e yerleşmeye. Asu’nun kendine ait bir muhasebe bürosu vardı artık. Büroyu kapatacak, Marmaris’te bir şeyler planlayacaklardı.
Daha sonrası Marmaris’te sürecek gelecek planları nice tek kağıtlı  ve Turunç yolunda yürüyüşler ölüm sonrası haftaya sığmıştı. Planlar arasında bir de çocuk hayali vardı. Asu’nun ağabeyi Cengiz geçirdiği bir Godoria ya da bel soğukluğu yüzünden testislerindeki spermi    bir güzel steril etmiş, artık çocuk sahibi olamaz hale gelmişti. Tüm ailenin umudu Asu’daydı  bir torun için. Asu, Marmaris’in yerlisi, komşularının kızı Defne’yi severken göz göze geliyordu Tanju’yla, iki buçuk yaşındaki bu şirin velede bayılıyorlardı ikisi de. Tanju Defneye “bizim gelin” diyordu, Alper aklından çıkmıyordu. Asu bürosunun vergi kapanışlarını vermek, büroyu kapatmak için İstanbul’ a dönmek zorundaydı. Güzel bir rastlantı, akşam barda İstanbul’da birlikte çalıştıkları bürodan  Ceylan’la eşi Mustafa’yı gördüler. Ceylan  hamileydi. Sonra eve dönüp bahçede gece yarısı sigarası yapıldı. Gece gündüz cırlayan ağustos böceklerinin ses zemininde çakır keyif bir sohbet vardı. Ceylan Mustafa ve Asu hep birlikte döneceklerdi İstanbul’a .Tanju da planladıkları kilim işini yapmak için köydeki kahveyi kiralayacak, biraz pub çalıştıracak,  biraz kilim satışı için kolları sıvayacaktı. Sonra, Marmaris daha güzel olacaktı. Babası ölmüştü ama yeni bir yaşam başlıyordu. Sabaha kadar süren sohbette gün ağarmak üzereydi , hazır niyetlenilmişken İstanbul’a gidelim, dedi Mustafa.  Sabah çıkıp gittiler, güzel bir öpücük tatlı Asu’ya, Asu’nun  ılık gerdanına, güzel ellerine bir öpücük...
Tanju sabah kalktı, aman ne sıcak bir sabah, hiç de kahvaltı edecek hali yoktu. Kendini deniz kenarına attı, bir gölgelikte gazetesini okudu. Denize girdi. Babasının ölümünden sonra O’nun takma dişlerini attığı yere kadar yüzdü. Yoruldu bira içti, yüzdü yoruldu, bira içti uyudu. Akşam üstü serinliği basınca duşunu yapıp kiralayacağı kahveye gitti. Köylü, fiyatı yükseltiyordu ama, artık kılına tüyüne bakılacak halde değildi iş. Gece babasının arkadaşı İngilizci Gökşen Abla’nın barına gitti .Yine babasının arkadaşı yaşlı azgın teyzelerle geyik muhabbetleri, sabah dörde kadar içti. Tanju’nun keyfinden herkes mutluydu. Ölüm vartasını kolay atlattın aferin Asu’ya, diyorlardı. Sabah on bir gibi sıcaktan  uyandı. Leş gibi terlemişti. Cırcır böcekleri gerçekten de cırlıyorlardı. Telefon çaldı. Yüzü gözü şiş sallanarak açtı telefonu .Tanju, dedi karısı, baban geberdi, Asu geberdi şimdi kaldın mı çük gibi ortada. Ne diyorsun kız salak, dedi Tanju, şaşkın ve akşamdan kalma çatlak sesiyle. Eski karısı  neredeyse sevinçli;
daha gazete almadın değil mi manyak herif,  arabadan parçalarını toplayamamışlar senin orospunun.
Tanju inanamadı. Ne diyordu bu kız, sabah sabah kafayı mı yemişti. Ensesinden aşağı bir sıcaklık yayıldı. Siktir orospu, götüne kına yak, deyip telefonu kapattı. Ayağına bir eşofman geçirip bakkala gitti. Ne oluyordu Allah aşkına, böyle bir şey gerçek olabilir miydi ? Kapının önüne mandallanmış gazeteler. Üç tatilci trafik canavarına yenildi. Arabada içki şişesi bulundu, biri hamileydi. Başka gazete, başka fotoğraflar. Cenaze ilanları; hemen o gün kalkıyor cenaze. İstanbul’a gitmeli. Hayır gitmemeli. “Poşetler içinde gelişigüzel konmuş et parçacıkları gömülecekmiş. Arkadan kamyon vurunca tankerle  çarpışmışlar, tanker patlamış .
Elinde gazeteler, ayaklarını sürüye sürüye  eve geldi. Koltuğa yığıldı kaldı. Buzdolabından rakıyı çıkarıp,su koymadan sıkı bir duble attı. Masanın üstünde Asu’nun yeşil yazması duruyordu. Ne kadar canlıydı. Bandera gibi takıyordu onu Asu, eliyle dokundu kokladı. Yazmayı o da bandera olarak kafasına sardı, bağladı, Asu’nun kokusu yaşıyordu. Cırcır, cır, cır, vay ‘mına koyıyım, belanı sikeyim dünya.
Hiçbir şey düşünemiyordu, bunca ölüm biraz fazlaydı. Çevresindeki kimse ölumun soğukluğunu hiç duyumsamamış kendilerini Tanrı sanacak kadar   ölumden uzak sanırken o ölumle akraba olmuş Ailenin baba tarafından Müslümanlar, anne tarafından Hıristiyanlar, bir kiliseye, bir camiye gide gele Belediye İskat İşleri Daire Başkanı gibi olmuştu. Aptal gibi televizyO’nun karşına geçmiş  en salak reklama dek izliyordu.  Akşam üstü bir çığlık duydu. Aldırmadı, rakıdan beyni iyice sersemlemişti, iğne batırsalar duyacak halde değildi. Dışarıda hareket artmağa, insanlar kalabalıklaşmağa başladı. Bahçeye çıktı  baktı, sesler Defne’lerin evinin önünden geliyordu orda bir kalabalık vardı. Ağıt sesleri, çığlıklar geliyordu. Bahçenin önünden geçen bir köylüye sordu, ne oldu? Çocuk elektrikten çarpılmış ,”nasıl yani”diyesi oldu. Hah şuradaki tel....
Elektrik tellerini turunç yolunun üstünden geçen bir kamyon mu, yüksekçene bir araç mı ne koparmış, tel alttaki su birikintisine düşmüş, Defne tombul elleriyle suda oynarken çarpılmış. Defnecik ölmüş. İçeriye girdi, salondaki mutfak tezgahının üstünde duran şişeden bir duble daha koyup hepsini dikti kafaya, Asu’nun yazmasını kafasından çıkarıp boynuna doladı. Gözüne telefO’nun yanında duran babasının Kuran’ı çarptı. Babası  dindar bir adam değildi, beş vakit namaz kılmazdı ama kadir kandil gecelerinde abdest alıp kuran okurdu. Kuran’ı gelişigüzel açtı .
Elçiler Lut ailesinin yanına geldi. Lut,”doğrusu  siz tanınmamış kimselersiniz” dedi Melekler,”biz sana  milletinin hep şüphe edip durduğu azabı getirdik”sana hak emri ile geldik. Biz şüphesiz  doğru söyleyenleriz dediler ve sonra eklediler”geceleyin ailenle birlikte yola çık, sen arkalarından git .Kimse ardına bakmasın  emrolonduğunuz yere doğru yürüyün .....”
İşte Kuran  bir şeyler diyordu ve rastlantılar asla rastlandı değildi. Ne diyordu Nazım Hikmet,” yaşamın tesadüfleri daha mantıksızdır romanların tesadüflerinden Hazreti Lut gibi gitmek gerekiyordu  “ailenin ardından” ama ölüme değil yaşama ..
Telefonu eline aldı ev sahibinin numarasını telefon defterinden buldu, ahize kulağında; alo Alo Nur hanım evi terk ediyorum artık bu İçmeler cehennemine dayanamıyorum. Nur hanım iki sokak ötedeydi ve tabii O’nun da son olaydan haberi vardı. Tamam dedi. Borcum yok değil mi, “yok”. hoşça kalın. Hiçbir şey almadan yalnızca deri montunu ve Kuran’ı alıp Marmaris minibüs durağına gitti. Bu memleketin dağları insanın üstüne üstüne geliyordu. Denizine nasıl giriyordu bunca insan; İngiliz, Finlandiyalı, Alman; gülerek, neşeli, nasıl yaşıyorlardı. Gece bindi otobüse, sabah İstanbul’daydı. İstanbul’un şeftalisinin tadı başkaydı, İstanbul’da satılan Gemlik zeytinlerinin tadı başka. Yoksa özlemiş miydi bu orospu kenti. Cebinde kısıtlı parası vardı. Bir ev tutmalıydı, gazete ilanlarından Tarlabaşı’nda bir ev buldu gitti tuttu.  Ev sahibi elli yaşlarında  şişman bir adamdı. Aynı zamanda komisyoncuydu. Yazıhanesinde neredeyse meczup denilecek leş gibi kokan bir kadın, bir kanarya, lâvaboda bir sürü bulaşık, bulaşıkların üstünde yarısı yenilmiş pideler, artık köfteler ve üstlerinde yemeğini yiyen bir fare vardı. Bir, farenin pazarlığa katılmaması eksikti, o denli rahattı. Ev giriş katındaydı rutubetliydi. Yerde kartonlar vardı, serdi, yattı,her şeye karşın mutluydu,onca bu durum çok fena da değildi,”ayıydı uyuydu kocam idi ya çalıydı çırpıydı evim idi ya” geyiğini hatırlamıştı teyzesi Mari Kler’in.
Mari Kler; kızıl saçlı, yuvarlak yüzlü, kısacana boylu cin gibi bir kadındı. Mari Kler’liği  tüm varlığını bağışladığı kilise ve ihtiyarhanede ruhban sınıfı dışında kadın başkan gibi olmasından geliyordu,Bayzar Balyan’ın. Üstündeki naftalin kokulu Matem siyahlarıyla  yoksul bir Ermeni kadın imajı veriyordu, ya da daha çok gürcülere benzeyen bir Katolikti. Tanju onu ilk gördüğünde on altı yaşındaydı. Bir cumartesi günüydü. Evde matematik çalışırken kapı çalmıştı. Bir kadın  Ermeni şivesiyle, evladım senin adın Tanju dur?dedi. Matem giysileri içinde simsiyah elbiseli, günah olduğu için hiç kılları alınmamış , kırmızı sakallı yuvarlak suratlı kadın, onu itip içeri girmişti, Gelesin evladım, sana anlatacaklarım var gidoruz, demişti bile. Tanju çocuksu bir itaatle, hayır gelemem, annemle babam pazara çıktılar, hem sonra sen kimsin, demek zorunda kaldı. Kadın ayakkabılarını alelacele çıkarıp salona girdi, gördüğü ilk koltuğa oturdu  ve dinle evladım,  sen  ailemizdeki Türkiye de kalan tek Ermeni erkeğisin,bir de Fransa’da ki Garbis ağabeyin var ileride birbirinizi bulursunuz, dedi. Bugün senin büyük dayın öldü, annen bugüne  kadar benden de kaçtı bunları sana söylemekten de. Ailenin erkeği olarak onu sen gömeceksin, senin büyük deden bir prens, yayan (anneannen) prensesti senin adın da  deden gibi Sarkis olacak, bunları mamana  söyleme hazırlan ve benimle kiliseye gel, dedi. Tanju  yaşlı kadına bakarken çocukça düşündü ,dedesi prensse o da prensti, yani ben de prens  miyim,dedi. Kadın bir anlığına  Tanju’nun   alay ettiğini sanıp, azarlarcasına sert bir bakışla,  evet, dedi. Yüzünde tatlı bir gülümseme yayıldı Tanju’nun,o bir prensti ha, ne kadar güzelmiş yaa. Annesi babası geldiğinde aralarındaki  bir iki fiskostan sonra Tanju kendini koca göbekli, leş gibi alkol kokan Varujan’ın 1956 model üstünde koskoca, yarak gibi haçı olan cenaze arabasında bulmuştu. Ya kilise ... Önce çekingence arka sıralarda otururken ,yoksul giyimli kasketli yaşlı bir adam sen ailenin erkeğisin öne geç , diyerek onu uyardı ,Adam hiç ermeniye benzemiyordu,ermeniler nasıl adamlarsa.! kafası iyice karışmıştı ΄  Ön sırada oturduğu kilisede papaz ve sonra bileceği haliyle tatası bir şeyler homurdanmış papaz gık mık demesine rağmen, yapacaksın demişti, kırmızı sakallı teyzesi, emir verir gibi, neyi, şipşak bir vaftiz töreni olmuştu, hiç görmediği dayısının tabutunun önünde dominyonlar  yutulmuştu bile. Tanju sözde artık bir hristiyandı. Yaşlı, alkolik, sakalları umursamazlıktan tıraş edilmemiş  mavi, kirli bir cübbe giymiş,cübbenin arkasına sigorta telleri ile gelişigüzel ,yamuk dikilmiş bir haçla akşamdan kalma olduğu her halinden belli zangoç, günlük kabını  sallıyordu. Tanju günlük kokusundan, kilisenin soğuğundan ve heyecandan zangır  zangır titriyordu.
Yedikule Ermeni mezarlığında üçüncü sınıf bir cenaze töreninde Latince dualara Yaprakları dökülmüş dalların ıslıkları karışıyordu. Bir korku filmi gibiydi, Tanju aslında bir Ermeni miydi? İnsanlar O’na yalan mı söylemişti?. Dedeleri, sevdiği annesinin sülalesi Ermeni  miydi,o bir Hıristiyan  mıydı? Eve gittiğinde  anne babasına sordu, ne biçim iş bu, bu ne biçim yalan, ben bir Ermeni  miyim? Ve yemekte kavga çıkmış, babası annesine ben biliyordum işte, bu çocuk kaldıramaz, diye bağırmağa başlamış annesi bulaşıkları ağlaya ağlaya yıkamıştı.Prensliğin iyi bi bok olmadığını daha o zamanlardandan anlamıştı

 Yaşamının ilk önemli yalanı işte Mari Kler sayesinde patlamıştı, çalıydı çırpıydı evim idi ya diyen Bayzar Tata’nın...
Şimdi madam Siranuj’un kolunda iğneyle kaldığı evin iki sokak altında     eski Rum mahallesindeki bir sokaktaydı. Annesi bu sokaklarda öğrenmişti anadili gibi konuştuğu Rumcayı..Tarlabaşı caddesinin islahı ile  anneannenin evi de kendi gibi tarihe karışmıştı.   O güne dek yaptıkları Tanjnun Dede sine  yaramamıştı . Fahri bey ekim devriminden kaçan Balyan ailesine rastladığında Anadoluda kurtuluş savaşımı veren gruplardan birindeydi. Gece arkadaşlarının bir adamı öldürdüğünü ganimetin alındığı ve ailesinin bekletildiğini söylediler Ganimetten kendine aslan payını ayıran Fahri Bey  gece kafası kesilip yeşilırmağın soğuk ve karanlık sularına atılan aileye sahip çıktı. Prens Sarkis dedenin İri yeşil gözlu buğday tenli kızıl saçlı buyuk ve guzel kızını alıp daha önce evlendiği iki karısını da unuttu. Rusyadan gelen hatırı sayılır bir maddi bir varlık ile İstanbula yerleşti. Cumhuriyet kurulunca içinde olduğu polis teşkilatında ilerledi.. Madam siranuj  bu yeni ülkedeki yaşantısını pek sevmiyordu. Çocuklarını akşam ağlıyarak okşuyor yanızlıktan kavruluyordu. Rum komşuları yine de O’na yetmiyordu tek dostu  oğlunu deniz kazasında kaybetmiş kiracısı Bedriye hanımdı. Bedriye Hanım morfinya da o zamanların moda deeyiimiyle atık morfin kadar zararlı olmayan heroin kullanıyordu, yalnızca eroin kullandığı zamanlarda,oğluunun ööllümünü doğal kabuledebiliyor ya da unutabiliyordu.Eroin kafasındaymmen kapıyı çalanların oğlu olmadığını kabul ederek kapıyı açabiliyordu. Siranuj ya da değişmiş adıyla   Fatma hanım O’nun acısını paylaşırken içkisini de paylaşmaya başlamış kendi de tiryaki olmuştu. Hoş rusyadan gelen bir çok tanıdığı da kullanıyordu o bu alışkanlığı pek önemsemiyordu. Annesi ve kızkardeşine sahip çıkmıştı. Yalnızca kızkardeşi müslüman olmaktan kurtulmuştu. Ama o kocası devlet memuru olduğu için kendi ve annesi isimlerini değiştirip müslüman olmak zorunda kalmışlardı.
Ya siranujun oğlu Turan.. Fahri beye  keendi yaşında bir kadınla evlenndiği için kırgındı.  Annesinin parasıyla varolan hanmmefendilik taslayan beslenen peymanı hazmedemiyordu.Hele  uvey annesinin sözunden çıkmayan O’nun ağzının içinde dolaşan babasına isyanı çığ gibi büyüyordu. Saint Benua’ yı bitirdikten sonra eczacılık okumuş beykoz da bir eczane açmıştı ı artık Beyoğluna uğramıyordu. Beykozda tanıştığı ve aşık olduğu, annesini çağrıştıran ermeni kızını babası istemiyordu .  Gizlice kimseye haber vermeden nikah yapıp,karısıyla Beyruta gideceği günün öncesi yüz gram eroin aldı.Beyrutta bulamayabilirdi, eczanenin önünden denizin koyu lacivert çalkantılarını izlerken içi kırgındı bir yandan gitmek istemiyordu.Aldığı mal güzeldi canlılık veriyordu veda gününde bir iğne daha yapmanın hiçbir sakıncası yoktu,eşi de hala alışverişten gelmemişti yol hazırlıkları vedalar  zaman alıyordu.Ancak,İstanbula veda partisi yaşama veda partisi haline dönüşmüştü.Bir baba daha oğlundan intikam almıştı.Babalar iktidarlarını oğulları ile sağlıyamıyorlardı demek ki, bu eski bir öyküydü.
Kartonların üstünde  kuş tüyü yatakta uyurcasına huzurlu uyumuştu o gece Tarlabaşı’nda. Hem prens olduğunu anımsadı o gece, hem bayzar tatayı,, ilk baharda mutfak tezgahının üstünde sahipsiz kalmış  o zeytinyağlı Yaprak sarmalarını, O’nun anaç ve sevecen  bakışlarını yaşlı beyrutluyu. İlahi Bayzar tata diye söylendi. Prensmiş prenslikmiş. Ne prensti ya, kurbağa  prens, ailesi lanetli miydi ki? Yine tarlabaşındaydı dedesi ve dayısının kaderi kendi ve oğlunun başına yeniden yazılmamalıydı,hep eden buluyordu işte ,Tanrı ad ve semud milletini ,lut kavmini yok etmemiş miydi, böyle diyordu kuran.Sülalesinin yok oluşuna tanık mı oluyordu.Yoksa bir fil mezarlığı mıydı burası o da buraya ölmeğe mi gelmişti. Son on  beş gün olanlar onu neredeyse derviş yapmıştı. Acıdan kavrulduğunu yandığını düşünüyordu.
BÖLÜM IV
Sabah her tarafı takırdayarak kalktı. Diğer taraftan iki hafta önce aldığı eyç in  bağımlılığını tarıyordu vücudunda, eroin bu işte, dedi, iki hafta da geçse dönüp dolaşıyor insanın içinde. Sokakta çocuklar tekerlemeler söyleyerek oynuyorlar, çığlıklarla kahkaları geliyordu. Pencerede daha önceki kiracının bıraktığı sararmış perdeleri araladı, artık İstanbul’da kalmamış dondurmacı, çevresini saran çocuklara dondurma yetiştirmeğe çalışıyordu. Cebinde kalan son para ile Marmaris’teki eşyalarını getirmesi gerekiyordu .Yine Asu ile aynı büroda çalış  tığı dönemden kalma arkadaşlarından birinin yardımı ile çamaşır makinesini, yatağını, bir iki koltuğu, televizyonu ve elektrikli fırın ile mutfak eşyalarını Hamdi’ye getirtti. Hamdi de artık kendi başına büro açan eski arkadaşlardandı. Hamdi ve karısı Songül de aynı büroda tanışmış evlenmişlerdi. Hamdi ile Tanju içki içerlerken sürekli Songül’den gizli olmaya özen gösterirlerdi. Hamdi ve Tanju özellikle esrar sohbetlerini kesinlikle Songül’den saklarlardı. Bu eski iki dost bir yandan Asu ile
Tanju' nun ilişkisini eleştiren ve bilen nadir insanlardandı. Yine de Tanju öylesine eleştiri alıyordu ki artık ilişkiyi gizler hale gelmişti. Fakat Asu’ nun ölümünden sonra kör ölmüş badem gözlü mü olmuştu. Yoksa Tanju’ya başına gelen felaketler dolayısıyla mı acıyorlardı pek de kesin değildi. İstanbul’a geldiğinden bir hafta sonra tek odalı evinde  yaşayan bir Tanju çıkmıştı ortaya. Şimdi bir iş bulması gerekiyordu. Ama hep sermayesi olan birilerinin yanında pek çalışmamış Tanju ne yapacaktı pek bilmiyordu. Şimdilik komşusu Diyarbakırlıların dediği gibi, çükünü kesip yiyor kebap yedim, diyordu. Kan kusup kızılcık şerbeti içiyordu. Pazar günleri evinin altındaki Dolapdere’ de Yenişehir pazarına inip patates çalıyor, kaçak elektrikle çalıştırdığı fırında patates kebabı yiyordu. Pazarda akşam atılan yiyeceklere de şaşırıp kalıyordu doğrusu .Birinci sigarası içiyordu. Gerçi ilk gençliğinden beri severdi Birinciyi ama, Camel göz ağrısıydı. Böyle olmalı diyordu. Mademki ailenin büyükleri racon kesmiş ve cenazenin İstanbul’a gelmesini istemişlerdi. Bu son görev yapılmış ama cebindeki son altı aylık para da defin işlemlerine gitmişti. Şimdi bir iş bulmak gerekliydi. Gazetede ki ilandan hazır mobilya yapan bir şirkette pazarlama işi buldu. İlk hafta kıpırdamağa başlayan hayatı tahmin bile etmediği bir satışla oynadı. Satışı yaptığı ilk gün hemen bir küçük rakı  iki tane de tavuk budu kaptı kasaptan. O gece yaşam bir film şeridiydi. Fırtınalar hızlı ve şiddetli geldiği gibi o da hızla kendini yenileyen bir organizma gibi kendini toplamağa çalışıyordu.Mutsuuzluğa karşı savaş veriyırdu biliyordu ki mutsuzluk hastalıktır,insan eğer madde ile mutlu olabiliyorsa muttulluk her zaman vardır önemli olan onu duyumsayabilmektir.O güne dek başına gelenleri düşündü neden böyle olmuştu? Yine Kuranı açtı;
Onlardan önce bir çok nesli yok ettiğimizi görmediler mi? Kimseye vermediğimiz şeyleri onlara vermiştik. Üstlerine de bol bol yağmur yağdırıp bereket getirmiştik ve ayakların altından akan ırmaklar kılmıştık da  sonra suçları yüzünden helak etmiştik  onları. Daha sonra  da başka nesiller meydana getirdik...
Helak mı edilmişti o da . Ne yapmıştı. Yalnızca sevmişti. Biraz sertti, iş yaşamında ilkeliydi.Candan eski patronu yahudiyle birlikte yaşamaya başlamıştı. Acaba suç kendinde miydi. Kuranı bıraktı. Televizyonu açtı. Yine aptal bir yerli dizi. Halk aptal mı diye bu diziler yapılıyordu. Yazanlar mı aptaldı?
O gece ilk kez komşusu bakkalın kardeşi olduğunu söyleyen bir genç geldi, adı Erol’mış. Hoş geldin beş gittin ne iş yapıyorsun sorularının ardından bir duble alan Erol,  ağbi ben sulu pek içmem deyiverdi. O gece ilk esrarlı sigarasını içti, Tarlabaşında Erol’ın elinden. Sabahları  o duruyormuş bakkalda, Erol gittikten sonra dumanın da rehavetiyle uyuya kaldı kanepede.
Ertesi gün ilk işi telefO’na yazılmak oldu. Telefon gelince gece yalnızlıkları biraz azalacak eski dostları ile ilişkileri artacaktı. Tabii bu arada küçük su kaplumbağasını oğlunu görebilmek için daha çok olanak elde edecekti. Telefon kısa zamanda geldi. Üstelik komşuları da artıyor yeni bir çevreye girmeye başlıyordu. Asu geceleri düşüne giriyor, karanlık bir şato’nun dehlizlerinde dolaşıyorlardı. Sonra o Yedikule  zindanları gibi bir yerde yitip gidiyordu. Gece gündüz Asu ve oğlu Alper’ in yokluğu içini yakıyordu. Karısı oğlunu Tanju’ya göstermek istemiyordu.O’na göre sorun yoktu o meşhur kikirdemesiyle, Alper’ in baba sorunu yok ki her gördüğüne baba diyor, böylece kendi işini kendi çözdü dediğinde Tanju’ nun içi yanmıştı. Çocuk Esirgeme Kurumlarında da böyle değil miydi, her gördüklerine baba demiyorlar mıydı? Şimdi kendi çocuğu da mı böyle olmuştu? Peki, bu geri zekalı, gerçekten Alper’in herkese “baba” demesinin kendi babasını unutmak demek olduğuna mı inanıyordu, yarabbim bu salağı bulmak için çok mu uğraşmıştı, bu ahlak problemli, Allah’ın hiçbir kitabını okumamış politik hiçbir yaklaşımı olmayan kokmaz bulaşmaz tavşan boku, orospudan olmuş çocuğundan ona bir fayda varmıydı,,bu karıdan bir çocuğu olsa ne olurdu olmasa ne olurdu, Yoksa çocuk Mois den miydi, ama hayır kendine şakır şakır benziyordu. Candan çocuğu göstermemek için her şeyi bahane ediyordu, binlerce  kez o da yıllarca Tanju’yla her akşam esrarlı sigarasından  alıp keyfine bakmışken, birlikte  özel günlerde kullandıkları eroini bile unutmuş, yakınlarına Tanju’nun bir eroinman, uyuşturucu bağımlısı olduğunu anlatıp sözde çocuğun zehirlenmemesi için göstermeme kararını bildirmişti. Tanju mahkemeleri sevmezdi, üstelik uyuşturucu meselesi için mahkeme hiç de uygun bir ortam değildi. Bunu Tanju’nun karısı da çok iyi biliyordu. Tanju artık özlemden çocuk ayakkabıları satan mağazaların önünden geçemez , o minnoş küçük ayakkabılara bakamaz olmuştu. Hele oyuncakçı dükkanları tam bir iğneli fıçıydı. Kıvır kıvır neredeyse beyaza yaklaşan saçları ile Alper bol yağlı bir sucuk gibi cızz , diye kızgın şişe takıyordu Tanju’yu. Tarlabaşında başlayan ikinci yaşamında zaman zaman Erol geliyor,  o da genel de üst kattaki komşusuna çıkıyordu.
Karikatür çizen  Osman arkadaşlarının arkadaşıydı. İlginç bir hippi eskisiydi Osman, evindeki küçük fındık farelerine kesme şeker atıyordu, ayaklarının dibindeki küçük farelerin şekeri almak için iki elini çinli bir rahip gibi birleştirmesine bayılıyordu. Sözde fare O’na, “teşekkür ederim Osman ağbi “diyordu. Beyaz kıvırcık saçlı, cam gibi mavi donuk gözlü şizoid; içe kapalı  biriydi,, Annesi ile birlikte yaşayan    İsmail Hakkı ile  ile tutkulu bir aşk yaşıyordu, Ressamlara çıplak modellik yapan İsmail Hakkı, Osman’ın kadın çorabı giyerek ayna karşısında dans etmesini,evde kadın giysileri ile dolaşmasını kahkahalarla orada burada anlatırdı, Entrikada Osmanlı oğlanları İsmail Hakkı nın yanında çırak çıkardı. Askerlikten yırtmak için aldığı kafadan sakat raporuyla devleti bile kazdığı kuyuya düşürmüş,  ölen babasından malül maaşı bağlatmıştı. Zor durumda olan herkese aynı yöntemi önerirdi.  Bir yanıyla müthiş dedikoducu,fettan  bir kadındı.  O’nun rededilmeyecek kadar erkek, laz suratlı, bedenini bastırmak istercesine dişi yanı kuvvetlenmiş,yaşlanıp erkek bulamadıkça evde kalmış kadın  ruhu onu gittikçe şirretleştirmişti. Her zaman küstah denilecek kadar saldırgandı.Lise birden terk olduğu halde bilmediği hiçbir konu yoktu,hristiyanlıkta bilgiliydi çünkü bir papazla yatmıştı,eski kitapta bilgiliydi çünkü bir sahafla yatmıştı,bilgiyi penis yoluyla alır gibi rahatça ve kendinden emin gerine gerine tartışırdı.  Kimi zaman kadın giysileriyle travestiliğe özenir, kimi zaman erkek giysilerine merak salardı. Kadınları kıskandığı zaman içindeki erkek ruhu Pandoranın mütecessis kadın ruhu ile birleşir kötü ruhlu bir psikopatı çağırırdı. İçinde her türlü ilkesizlik   elele tutuşup dünyanın en tehlikeli yaratığını çıkarmişti. Tanju’nun Osman’a Komşu gelmesine bayılmıştı,içinde kleopatra gibi femfatal bir orospu uyuyor zaman zaman uyanıyordu sanki . Tanju ile Candan’ ın birlikteliğinin ilk  günlerinde  tanışmışlardı. Kumkapıda bir akşam rakısından sonra   Tanju   o zamanlar köy düğünlerinde kulağını ayı basmış sesiyle şarkılar Söyleyen İsmail Hakkıyı o gece becermiş ertesi gün Candan’a ilk eşcinsel deneyimini gülerek anlatmıştı Candan’ın İsmail Hakkı’yı dışlaması ve O’nunla alaylı gülücüklerle konuşması ömür boyu düşman ilan edilmesine neden olmuştu. Diğer yandan Candan’ ın eline Tanjuyu her zaman suçlayacak bir koz geçmişti. İsmail hakkının tutkuyla bağlandığı hiç yıkanmayan Osman’ın evine girildiği zaman,,dışkı,balık,çiş ,ayak   kokusu karışımı insanın genzini yakardı. İsmail Hakkı makyajdan, sanattan, sanat tarihinden resimden anlayan kadın hali ile pembe yırtık şifonlardan iğrenç ve kaba ev dekorları yapıp yakıştırır,eve gelenlere bir köy kızı edasıyla hizmet ederdi. Her halttan anlamasına karşın zevksiz ve cahil olduğu onbeş dakikadan sonra patlardı.Kavgalı olduğu insanların aleyhine öyle bir propaganda savaşı açırdı ki Rusya ABD arasındaki soğuk savaş havasını alırdı. Kadının insan sevmeyeni içi kıvıl kıvıl yanarak şeytanla düzüşeni orospu, erkeğin orospusu ise ibnedir diyordu Tanju, tüm bunların eşiti İsmail Hakkı’ydı
Şimdi Tarlabaşı’ndaki apartmanda Tanju’nun, İsmail Hakkı dışında başka ortak  dostları vardı ;  yine üniversiteden ve çocukluğunun geçtiği Bakırköyden  eski esrar arkadaşı Nevzat  ve Davut Da   Osman’ ın yakın arkadaşıydı. Kral grubunun bas gitarcısı Nevzat  ’ın Tünelde  müzik aletleri mağazası  vardı. Kral grubunu  kurduklarının beşinci yılıydı,  Akşamları nereye çıkıyorsun” demişti Nevzat. “Hiçbir yere çıkmıyorum”.  Nevzat’la Tanju beş yıldır görüşmüyorlardı, oysa eskiden içtikleri su ayrı gitmezdi.Candanla ayrıldığını biliyordu. Dostlukları kalıcıydı,çavdar ekmeği şarap ve peyniri kutsal yemek kabul ederlerdi .Nevzat okul başarısı her zaman yuksek olan annesi ve babasının zeki diyerek övunduğu çocuklardandı. Daha dokuz yaşındayken  klasik resme merak sarmış unlu ressamların tablolarını bakmadan yapan, hatta yorumlayan bir çocuktu.Kibrit kutularından yaptığı tanklarla çevre esnafın çocuklarını, ne akıllı çocukmuş bu be diyerek etkilerdi. Nevzat bir çocuğun arkadaşıysa aile için övunç olabilirdi. Ne ki içe kapallığı bazen patoloji boyutlarındaydı.Rembrand ın unlu anatomi dersi tablosunun nevzatça yorumu  aslında kuçukken O’nun içe dönukluğunun ve duyarlılığının göstergesiydi.Zaten orijanilinde karanlık olan resim nevzatın elinde bir ruhsal bunalım aynasına a dönuşmuştu.Nevzatın   bazı olaylara bakışı o kadar mantıklı olabiliyordu ki zaman zaman Tanju O’nun için eşcinsel eğilimlerinin dahi olabileceğini duşunuyordu, duygularının bastırlıması  ilkesizliği mantığı gaddarlığı çağrıştırıyordu,ne de olsa kahırdan ahmet beyin genç yaşta kalpten ölmesine neden olan  cavidan hanımla oedipus tutkusu çağrıştırırcasına birlikte yaşayan bir anasının kuzusuydu.İri yeşil gözleri anlamlı bir yuzu olmasına   ustelik kadınlara guven verir bir hali olmasına rağmen hiç kız arkadaşı yoktu,Tanju yine de  takdir ettiği bu arkadaşından kız arkadaşlarını  kıskanır yandan yandan onu kontrol ederdi.Nevzattan bi bokluk beklememisene karşın Tanju nevzatın onu çok sevmediğini her zaman hissederdi.Dostluklar devam ederse ilaçtır yoksa sözler kötü olur bir süre sonra,vefasızlıklar kahır olup sıçılır insanın gözlerinde...derdi Tanju.Tanju nun böylesi konuşmalarını nevzat hep paronoid şizofrence bulurdu.
Tanju , Nevzat, barboros ve davut bir gün Tophane’den aldıkları esrarla güneye gitmişler, Tanju bongo, Nevzat ve davut da  Ovation  marka  piyano gibi ses çıkaran harika  gitarlarıyla müzik yaparken Jandarma baskınına denk gelmişlerdi. Yanlarında o köyün delilerinden Mustafa Durmazbilek vardı. Nevzat Jandarmaya kimlik yerine kimlik boyunda basılmış plaka esrarı gösterince,  çift pırpır jandarma astsubayı, “ulan şimdi siktim ananızı demiş, Mustafa Durmazbilek de şikayetlenmişti. Komutanım, Ben Mustafa Durmazbilek, bunlar hep esrar içiyorlar, hep esrar içiyorlar ben söyledim ama çorba içmiyorlar.Elleri başlarının ustunde vietnamda çinliler tarafından yakalanmış Amerikalı askerler gibi tek sıra halinde kıçlarından G - 3 piyade tufekleriyle itilenerek karakolun önune geldiler, sabaha kadar surecek bir soruşturma başladı.   dizlerinin ustunde secde de bekletilirken caminin yanındaki jandarma karokolunun önöndeki şadırvanın şırıl şırıl sesi geliyordu kulaklarına. Kafalarını kaldırmaya izin verildiğinde şadırvandan su almaya gelen köyluleri göruyorlardı. köyluler jandarma korkusundan sinmiş, böylesi bir gözaltına alınma tablosundan şaşkın,adeta durumu çözmek için  savaş esirlerinin yuzlerine bakıyor,   ellerinde bidonlarıyla yururken sözde yorulmuş da dinleniyormuş gibi    yine  geri dönup bakmadan edemiyor, yuruyorlardı..Sabah olduğunda dördunun de soruşturması bitmişti.Mustafa durmazbilek köylulerin  fisiltı gazetesiyle haber alan köy muhtarının ısrarıyla hemen bırakılmıştı.Donları  bile çıkartılıp kıç deliklerine kadar arandıkları soruşturmada,nereden almışlardı esrarı, tophaneden ,tophanede kimden, kanka adlı bir çingeneden.Evet tophaneden almışlardı, panter huseyinden,tophanede çingeneler birbirlerine kardeş yerine anadillerinin özgun sözcuğu kankayı kullanıyorlardı , kanga hepsinin aklına ortak gelen isimdi. Aslında sevmedikleri pinga Turgay vardı,yiğen,kuzen anlamına gelen, çingen Alinin yiğeni, nedense kimsenin aklına o puşt un adı gelmemişti.Firtinalı bir gecede   saç sobasının başında geri zekalı kız kardeşi  bebeğini monoton bir sesle sef -gilim sef -gilim diye seviyordu,  nevzatla Tanju kasvetten içleri bayılsa da  kızarmış sobadaki    alev hırlarken ,loş işikta yarım suratlar muhteşem bir korku filmi işikçisinin elinden çıkmış gibiydi.İki arkadaş duruma  dayanmış     esrarlı sigaralarını içmişlerdi ama eyç yerine de tebeşir tozu almış sınırden dama tırmandıkları yetmiyormuş gibi yoksunluk nöbetinden bacakları gerile gerile iki gun azrail yoklamalırıyla en kral timsahlara taş çıkartırcasına aligatör alligatör esnemişlerdi.Pinga ,pislik pinga. Çocuğunu doyurmak için onları dikmişti. Panterin enli kemerinin fermuarı açılmış plakalar akide şekeri gibi  çıkmıştı ortaya,bu kemer Yılmaz Guney in demişti panter,birlikte yattık Paşakapısında bana hediye etti. Nevzatla Tanju pek inanmamıştı, nasıl zula ama? Simsiyah çukulata gibi basılmış esrar macun gibiydi etkisi ise ortadaydı nevzat kimlik niyetine jandarmanın avucuna vermıştı.Oysa o gece Tanju tutturmuştu, poseidon bizi lantleyecek, ruh gibi olmuştu Tanju.Yıllardır gittikleri bu yazlıkta ulkenin en guzel şarapları yapılırdı.En iyi şarapçılardan çancı hasanın verdiği şarabı yirmibeşbeş kiloluk testiyle ortalarına koyup  içtiklerinde ardından sgaralarla gözleri Tanju’nun deyişiyle kedi pıtığı gibi olmuştu.Gökyuzundeki bulutları bigada yaşayan koca çoklu bereket tanrısı pireapos’a benzetiyordu ya,esrarın uyarici etkisi algısını bir şekilde artırıyor, geriliyordu.Poseidon bizi lanetleyecek, dedikçe arkadeşleri guluyordu.Nevzatın diğer arkadaşları içmesin diiye herzamanki zulası gitar kapağını kullanmayıp yanına alması gerçekten poseidonnun lanetini uzerlerine çekmişti.Şimdi Nezaret odası olarak karakolun tuvaletini kullanmıştı komutan.Askerler kapıyı açıp taşların ustunde yatan mahkum keş gençlerin ustune işiyorlardı. Sabah erkenden tuvaletin otlağa bakan arka penceresineçok ciddiye alınmadığı için sokulabilmiş Mustafa durmazbilek onlara yaşamsal tavsiyelerde bulunmuştu. Tavsiyeleri  hiçbir zaman akıllarından çıkmayacaktı.,,bir metre doksan santimlik üçgen vucutlu dazlak kafalı Mustafa kullandığı akinetondan gözleri parlayarak, ağır ağır, unutmayın madde bir, kimse kimsenin bi’şeyi ile oynamayacak, iki, Atatürk’ün koyduğu kuurallara uyulaacak, uç, Her genç kız evlenmek ister kalakterine uygun delikanlıyla....
 Sabah satt dokuzu bulduğunda nezaretiiin kapısı açıldı ustfu leş gibi çiş kokan Tanjuyu bir jandarma alıp duvardaki inzibat aletleri panosunda altında sevk zinciri yazılanını aldı ve Tanjuyu bağladı .Tanju  çocukluğunda izlediği sokakta oynatılan ayılara benzemişti.Sonradan askerde öğrendi ki bu alete çok kişi bağlanmak için kullanılırmış ama o tekti.Komutan bu aksesuarı daha şık bulmuştu demek ki. Komutan sevk zincirinin ucundan tutup Tanjuyu aldı.Şadırvanın önunden gecip köy meydanına geldiklerinde babasını gördu .Cavit bey uzgun bir yuzle kahvede yanında  Tospik Mehmet ve Vay Aman Hasan efendiyle oturuyordu.Onlar evin tersi yönune doğru giderken babası cavit beyTanju’nun yanına yanaşıp, sakın içtim deme ha diye fisildadı korkma bir şey olmaz bir kişi ustlensin.Tanju’nun içine sular serpilmişti,ve ne diyeceğim korkusu bitmişti, aklına çok sevdriği ölkucu maupassant gelmişti frenfiye yakalandığında arkadaşına yazdığı mektupta,nihayet frengiyim hem de gerçek olanından,artık O’na yakalanmaktan korkmuyorum diyordu,rahatlamıştı guldu.Esarar içmekten utanmıyordu  toplumun değer yarglirıyla ilgilenmiyordu, esrar içitiği için ya da eroin kokladığı için ahlaksız değildi kuralların gerçekten halka ait olduğuna inanınıyordu.Asillere zaman zaman hak veriyordu.Tanju sevk zinciriyle şangır şungur yururken babası tekrar dönup kahveye oturdu.Gittikleri yer neresiydi,ibreti alem olsun diye komutan onu dolaştırıyordu.Bir yerde durdular.Bu ev kivircik beyhanların eviydi.Kıvırcık Beyhan Tanju’nun yıllardır yazlıkçı dostuydu.Polis kolejinde felsefe öğretmeniydi.Uzuboylu kıvurcık saçlı buğday tenli guzel bir kızdı,Tanju O’na sappho derdi,bir kaplumbağanın uzerine kamil yazmış O’na hediye etmişti,aradan yıllar geçmesine karşın sappho o kaplumbağaya hala bakıyordu.Sappho balkondaydı.Saçlarını yıkamış havluyu başına hintliler gibi sarmıştı.Vucuduna göre kuçuk sayılabilecek limon göğusleri mavi bikinisinin içinden fişkırıyordu.Beyhan onu görduğunde şaşırdı.Elinde ayı varmış gibi sevk zincirini tutan komutan balkO’na doğru bakıp guldu cebinden bir marlboro sigarası çikarıp yaktı .Sonra durumunu ve Uniformasını duşunup kendini toparladı yeni yakılmış sgırayı yere atıp postalları ile ezerken sıgarasızlıktan artık beyni uyuşmaya başlayan Tanju postalların parlaklığına bakıyordu.Tanju’nun bilmediği, gelmelerinden birgun önce beyhanı gözune kestiren komutanın beyhan denizde yuzerken yanına artist bir yuzmeyle gidip sen polissin ben de subayım yakışınız akyam birlikte gazinoya gidelimmi demesiydi.Firlama beyhan siktir ulan sen önce firinci çırakaları gibi yuzmeden su ustunde kal da sonra gel, boğulcaksın deyince komutan iyice bozulmuştu..Ustune ustluk Tanju köye gelir gelmez balıkçı kayağını denize indirip önce beyhana gitmişti elindeki angelanın şarabını teknenin burnunda kırmışlar davut barboros ve nevzat kıyıda guneşlenirlerken onlar gözden uzaklaşmışlardı.Çardak altından komutan durumu izliyordu.O da hdocanın karısı hafize hanımı tanıyordu o da tum köyun Tv dizisinden esinlenerek adını koyduğu angeladan şarap alıp kızı göturebilirdi kimdi bu salak...Tanju tum bunları sevk zinciriyle ibreti alem sonrası çoktıkları mahkamada navzatı bırakıp uçu takipsizlikten beraat ettikten  sonra öğrenmişti.Yine de içicekleri vardı.Firlma davut yakalanmadan önce nevzattan bir miktan çalıp çorabinin içine koymuştu amaNevzat ceza almış, üstelik cezaevinde ala konulmuştu. Hassas Nevzatçık, cezaevinde niye birlikte olmadık diye küsmüştü Cezasını uç ay yattıktan sonra önce tahliye olmuş altı ay dışarıda kalıp tekrar içeri girmişti o geceyi unutamıyordu Tanju one more cup of cofee bir kahve daha diyen bob dylan şarkısını neredeyse ağlamaktan böğure böğure okumuşlar ve nevzat bir on aydaha yatmak uzere cezaevine tekrar gitmiştiDaha sdnra Tanju’nun dukanına da pek uğramamıştı.Nevzatın annesi cavidan hanım Tanjuyla göruşmesini zaten yasaklamıştı yasak devam ediyordui.Ailesiyle uğraşan Tanju da onu aramamıştı. şimdi görüşüyorlardı işte. Ancak bir farkla. Bu kez, Nevzat’ ın annasine ek olarak akıl sağlığı çok iyi olmayan bir karısı ve şizofreni tedavisi gören bir baldızı vardı. Ama zaman zaman Tanju’nun kulağına geliyordu Nevzat cezaevi işini unutmamıştı.Hani kimse kimsenin bi şeyi ile oynamayacaktı ,o kız O’nun kalakterine uygun muydu, ya Atatürk ün kuralları..
Şimdi Mevlevihane nin karşısında .bir müzik mağazasına ortak olmuş satıcılık yapıyordu.
Sultanahmet artık eskisi gibi yıldızlığını yitirmiş, sosyal demokratlara Taksimi ya da Beyoğlu’nu adam etmek düşmüştü. Eski pavyonlar hacıağaları tuzaklarına düşüren sazlar,”türkü kafe” olmuş pavyonlar yerlerini artık daha çok oynamağa başlayan  Amerikan  dizilerindeki gibi barlara bırakmağa başlamıştı.  Beyoğlu değişiyor   muydu? İnsanlar kurtlarını İstiklal caddesinde dökmeğe başlar olmuşlardı. İstiklal caddesi eski aristokrat günlerinde olduğunun bir başka halini yaşamağa başlamıştı. Aristokratlığın bittiği yılları yaşayan gelişmiş kapitalist dünyanın Pezevenkleri, torbacıları, kumar erketecileri, kısacası Beyoğlu’nun eski  emekçileri giderek parlak günlerini unutmağa, gelirlerini yitirmeğe başlamışlardı. Her şey aslına mı dönüyordu ne?
Eski Beyoğlu emekçilerden biri de Camgözdü. Camgöz Tanju’nun  esrar içtiği  ilk yıllardan tanıdığı torbacısıydı.  O zamanlar Tanju’nun oturduğu Caddebostan’a,Vietnam dediği Mis sokağından kalkıp esrar getirir, onu balıkçı barınağından arardı. Tanju’nun,İstanbulda da   küçük; dört yetmiş beş boyunda ,Karadeniz işi karpuz kıç , alamatra bir teknesi vardı. Kırk kulaç boyunda yaklaţık seksen metrelik fanyalı ağı ile kıyıdaki kumluk bölgede  tekir avlıyor, zaman zaman Suadiye açıklarında istavrit çaparisine çıkıyordu. Zaten  Camgöz’ün deniz ve balık merakı ile dostlukları başlamıştı. Sahilde tek kağıtlısını içerken Tanju’nun ağ ayıklamasını izleyen Camgöz, bir gün akşam lüfere birlikte çıkmayı teklif etmiş ve Tanju’yla balığa çıktıkları gece bitirimliğine toz kondurmayıp baş üstünde ayakta olta tutarken, yaşamında ilk kez yakaladığı lüferin  vuruntusundan heyecana kapılıp denize düşmüţtü. Tanju yüzme bilmeyen zayıf  ufak tefek bu  adamı  kurtarmış, daha sonra ıslanan camgözü kurutmak için sahile yanaştıklarında barınakta  battaniye ararken,  kediler o gecenin tüm avı yirmi lüferi götürmüştü bile.  Camgöz, kendini kurtaran Tanju’ya daha sonra iki kiloluk Esrar torbası açmışsa da kendini hep borçlu hissetmiş bu anıyı da hep gülerek anlatmıştı.Deniz konusunda bunca yeteneksiz olmasına karşın bir kez de poyraz bir havada kürek çekmeğe yeltenmiş zorlandığı için kürekleri  üst tarafını dayanak aldığı iskarmazu kırmış ti.Camgözün hep gülürük anlattığı Tanju eyvah kayık giderse babam beni siker deyip denize atlamış, bir at gibi kayığı çekip saatlerce yüzmüştü Camgöz barınağa her geldiğinde, olmayan tek gözünün sağı solu arayan bakışıyla, kafasını sallayarak ne içiyoruz ağbi, esrarınız, eroininiz, kokaininiz , hapınız alkolünüz, neyiniz var ağbi, diye sormadan edemez , ardından kahkahayı basardı. O Beyoğlu’nun eski torbacılarından, kumar erketecilerinden hatta sinyalcilerindendi,iyi bir ailedendi demesine göre babası emniyet müdürüydü ya pek önemsemezdi bunu Tanju,sanki eşit koşullarda gibiydiler kader  mi,aşklar mı beyoğlu mu bir yerlere çekiyordu onları .Bu kez gerçekten yaşam kayığınının iskarmozu sakata gelmişti..  Zaman zaman ünlü türkücülerin kabadayılığını yapardı ya, artık mantarlamış görünüyordu. En azından tüm dişlerini yitirmişti, artık kırk beş yaşındaydı. Beyoğlu’nun yeni hali onu Vietnam’dan Amerikalılar gibi  sürmüştü. Mis sokak misleşmişti ama Camgöz’e göre her şey daha pisti.birgün istitlalde yürürlerken karılaşmışlar ve yine Tanju ile camgöz görüşmeye başlamışlardı Deri değişiyordu Beyoğlu. Şimdi kısa adıyla Camgöz’ de bu küçük odanın zaman zaman uğrayan konuklarındandı. Doğal olarak namusuyla konsomatrislik yapan  roman  eşi Mualla da O’na eşlik ediyor. Paraları olduğu günler Tanju’ yu çiçek pasajında  yemeğe bile davet ediyorlardı.
Telefon eve gelince Tanju aranır olduğunu duyumsamış biraz daha acısı diner gibi olmuştu eski dostları ile telefonda konuşurken ocakta çaydanlığı unutuyordu. Bu yüzden kısa zamanda yepyeni alimunyum çaydanlık kapkara olmuştu. Eski arkadaşı Hamit işlerini büyütmüş Tanju’nun tanıdığı zamana göre cebini bayağı şişirmişti. Eskiden beri düşlerini süsleyen elli altı model bir Amerikan otomobili almış, Şevrole’sini orijinal olarak toplatmış  işe giderken kullandığı son model yerli arabasının yanı sıra amerikanı, haftasonlarında kullanır olmuştu. O da zaman zaman uğruyordu üstelik her zaman başka bir kızla . Böyle zamanlarda Tanju da Şevrole’ye binip boğaza doğru gidiyor çocukluğunda eniştesinden anımsadığı bu aracın içinde fazla gaz kesmeden maslaktan gidip Hacı Osman bayırından iniyordu sahile. Ailenin yaşayan tek dinozoru büyükannesi peyman hanım Yeniköy’de oturduğu için onu da bahane ediyordu ama yaşlı kadının sorgu sualine katlanamayacağını düşünüp sokağın başından geri dönüp kendini Rumeli kavağına doğru vuruyordu. Kavakta Manyak Ahmet ‘in amcasının meyhanesinde iki duble içerken mutlaka eski tanıdıklardan birini bulup saatler boyu kalıyordu. Manyak Ahmet Kavaklı balıkçılardan biriydi. Gemileri vardı. Manyaklığı bir zamanların jogging tutkusundan geliyormuş. Seferden geldiği bir gün anadan doğma Kavak’ta koşu yapınca adı manyak kalıvermiş. Kıvırcık saçlı güneş gözlüklü sempatik biriydi.  Bir gece Nevzat’la Tanju’ya Rumeli Kavağı İskelesinde,sigara yapmış, dalgaların dövdüğü ahşap iskelenin bekleme salO’nunda, iptal edilen seferlerden işi erken bitip kapıları kapatmış  tek görevli;  jeton memuru iskele sorumlusu ve çımacının da katılmasıyla duman alıp, şarapla gırtlaklarını ıslatmışlar, kahkahalar atarak sohbet etmişlerdi. Beyaza boyalıyken,  bekleme duygusu içinde içilen sigaraların sararttığı soğuk ahşap iskeledeki sıcak sohbet yılların dostluğunu da sağlamıştı.  Şimdi bas gitarist  Nevzat o zaman onların tercümanıydı. Ahmet de balıkhanede zengin koca göbekli, bir orkinos  tüccarı.
Hamit her defasında kadın arkadaşlarına kulp takmaktan vazgeçemiyordu.  Yok liseden arkadaşım, yok bizim bürodan...Gerçi Tanju ilgilenmiyordu. Ancak Hamit Asu ile O’nun ilişkisi içinde Asu için söylediklerini mi anımsıyordu. Hani, Asu basit bir kadındı. Hani Asu Tanju’yu kullanıyordu. Bırak şu orospuyu yaaa’dı. Şimdi Serap böyle değil miydi, Filiz böyle değil miydi?Ne zaman Asuyu duşunse kurandan açılan ayet hazreti ayşeye ait olandı
Hazreti ayşe hakkında o iftirayı getirenleriçinizden munafik olan bir gruptur.O iftirayı allah katında sizin için bir kötuluk saymayın.Blakis osevap bakımından aihrette sizin için hayırlı olmuştur.İftiracılardan her birine kazandığı gunah kadar ceza vardırOnlardan gunahın buyuğunu yuklenen için buyuk azap vardır.
zamann çok geçmedi , geçemezdi zaten, Asuya iftiradan kaçınmayan Hamit in karısı  taburuna düşmüştü bile Hamit’ in . Hamit’ in cebinden Tanju’nun telefon numarasını almış, Tanju’ yu sık sık telefonla arar olmuştu. Tanju hiçbir şey söylemiyor, dereden tepeden konuşuyordu ama olaylar artık O’nun bildiği gibi değildi. Hamit parası çoğalınca Filiz’ e kendi evinin çok yakınında bir ev bile  tutmuştu. Yağmurlu bir akşamüstü Songül Hamit’ in “hiç dikkat çekmeyen” Amerikan arabasını sokağın üstünde görüp ,izleyince kapıcıdan daire numarasını da öğrenmiş, kapıyı çaldığında “nerede nerede “ çığlıklarıyla elinde şemsiye ile  banyo kapısının camını kırarak iki aşığı, biri banyodayken yakalamıştı,Tanju tüm bunlardan haberi olmadan telefonda geveleyip duruyordu ama Hamit O’na uğradığı zamanlarda meğer ki olanlar dolayısıyla adres değişikliği yapıp Songül’ü şaşırtıyormuş.
Telefonlar, telefonlar. Songül’ ün uzayan sabah akşam bitmeyen telefonları, Tanju artık Songül’ ün kırılan onurunu okşamak için “sen genç güzel bir kadınsın, moralini bozma “ lara başlamıştı. Songül psikologlara taşınıyordu, psikolog ahlakçı bir yaklaşımla “sen kocanı aldatma erkekler ne yaparsa haklıdır “deyince tedavisi yarım kalmıştı. Ve bir gün artık telefonda uzun uzadıya görüşülen konuyu yüz yüze görüşmek için  Tanju’yu  bir kafede akşam yemeğine çağırmıştı.
Tanju’nun çokça gitmediği pahalıca bir kafede randevu vermişti Songül. Artık sonbahar gelmişti. Tanju’nun da epeyce keyfi yerindeydi ama bu her şeylerini birlikte alan üstelik artık on yaşlarına dayanmış bir çocukları ve dahası henüz kundakta bir çocukları daha olan bu çiftin ayrılmasına pek kafası yatmıyordu. Sanki  Hamit’in geçici aşkını Songül biraz büyütmüş gibi bakıyordu. Kendi de bir taraftan Hamit’ in Asu’ya yaptığını mı yapıyordu. Kafası karışıktı. Belki Hamit haklıydı iki çiftin arasına girmeden bu işin içinden çıkmalıydı. Tanju,  Hamit  çok sıkıntı çekti,köyden ailesiz geldi yetim okullarında büyüdü pek de çapkınlığı olmadı O’nun, toplumun korunan ve iyi çocuklarından biri oldu zekat ve fitrelerin sağlam yere gittiğini onu göstererek anlattı insanlar, ama hayırlı bir yetim de olsa yetim büyüdüğünü çaktırmasada içi ezikti,ilk sevgilisi sendin ilk tuttuğu kadın eli sensin kendini bir erkek gibi hissetmek istiyor olabilir diyebildi. Songül üzgündü. Dar siyah bir eteklik giymişti üstündeki sarı kısa kollu yakalı  sivit şörtüyle çok şıktı. Yeşil Gözleri dalıp dalıp gidiyordu. Tanju sözü Asu’ya getiriyor, Asu’dan çıkarıp oğlu Alper’e getiriyordu. Tüm çabalarına karşın oğlunu göremediğini itiraf etti. .Songül anaç bir tavırla yardım edeceğini söylüyordu. Sokak üstündeki kafede sohbetlerine alışverişten gelen Songül’ün arkadaşı Sibel’e Funda’ da katıldı. Düzenli işleri olan, Tanju’nun deyimiyle tuzu kuru bu kadıncağızların sohbeti orada bırakmaları mümkün değildi. Karınlar acıktı. Mis sokaktaki ocakbaşına uzandılar. Birer porsiyon bir şeyler yiyen kadınlar çantalarını alıp, belki yeni aldıkları cicilerini hemen denemek amacıyla, basıp gittiler,belki de kaşar bir kadın dayanışmasıydı. Bu kez kafaları çakırlaşmış Songül ve Tanju kaldılar. Gözler daha içe içe bakmaya başladı. Songül’ün gözleri yeşilmiş diye düşündü Tanju, Songül daha yüksek sesle düşündü “gözlerin ne kadar güzelmiş üstelik yeşilmiş.  İkisi de aynı anda, bak yeşil yeşil,  diye şarkıyı mırıldanıp güldüler, üstüne bir sessizlik  oldu. Dublelerinden aldılar. Sen nerede oturuyorsun buralarda değil mi, dedi Songül, evet tam da bu sokağın altında. Aaa niye burada oturuyoruz, gel bakalım bana evde kahve yap,ayılalım. İkisi de bir yerden şüpheleniyorlardı ama kendilerine değdirmiyorlardı. Tanju ,ilk kez seninle içki içtik, yıllardır bize tazıdan kaçan tavşan gibi içirdin, dedi. Songül rahattı, eh bir de izin verseydim, Hamit beni çoktan boynuzlardı herhalde. Kalktılar, Tanju’nun evinden içeriye girdiklerinde Songül  Tanju’nun  küçük akvaryumunun içinde parlak beyaz ay molilere bakakaldı,  ayakta izliyordu balıkları.
Bunlar ne balığı,
Ay moli .
Kısa kollu giysilerin izin verdiği tenleri biribirine değdi, bir kez daha göz göze gelip öpüşmeye başladılar. Küçücük odada yatağa kadar gitmeleri zor olmadı. Zaten neredeyse yatağın da yanındaydılar .Tanju Songül’le sevişirken tepki bekliyordu,bu işi biri durdurmalıydı ama kendi birtürlü kesip atamıyordu. Her iki taraftan tersine tepki gelmediği gibi çılgınca bir istekle seviştiler. İlk orgazmlarından sonra hava iyice kararmıştı. Göz göze gelmediler, Songül Tanju’nun göğsünde yatıp hiç konuşmadan saçlarını okşadı ve bir kez daha öpüşmekle başladılar.Sonra ikisi de anlayamadan uyuyakaldılar.
Sabah önce Tanju uyandı kendine bir neskafe hazırlamak için ocağa su koydu. Akvaryumun hava motorunun gurultusuyla yanındaki koltuğun kenarına bacak bacağa atıp balıklara daldı gitti, yavruluğa baktı, yavrular büyüyordu.Bir türlü yatağın olduğu tarafa bakamıyordu, ne yapmıştı. Ne yapacaktı şimdi. Zulasındaki esrarı çıkartıp tütün patlatıp esrarı kırıp sarmağa başladı. Songül uyuyor diye düşünüyordu. Aslında Songül  şakır şakır kocasını aldatmıştı. Tüm kutsal kitaplarda yenilen yasak meyvenin adı elma mı, buğday mı,  penis miydi. Elma tüm nefsi mi anlatıyordu. Tanju’ ya göre tüm tek tanrılı ve çok tanrılı kitapların yazılım nedenleri elbette aşktı . Ancak tek tanrılı dinler biraz da tek kocalı tek karılı dinlerdi. Şeytan cennetteki bir erkek miydi. Peki  ya şimdi ,Havva Hanımın kızı uyanınca ne olacaktı. Kendi şeytan gibi durup duruyordu .Hemen kuranı açtı durumu açıklayan birşeyler olmalıydı.
Nur suresi çıkmıştı
Ey iman edenler,şeytanın izi ardından gitmeyin kim şeytanın izine uyarsa,şuphesiz ki o kötuluğu ve meşru olmayanı emreder.Eğer uzerinizde Allhın fazlı ve rahmeti olmasaydı içinizden hiç biriniz ebediyyen temize çıkmazdı.Ancak Allah dilediğini temize çıkarır.Allah her şeyi işitir her şeyi bilir.
.Kuranı kapatıp sehpanın ustune koydu arkası boş Sigaranın arkasına kağıdı kıvırıp dikkatlice zıvanasını takarken Songül seslendi;
Tanju...
Songül çarşafı göğsüne sarmış gözlerinin içi gülerek Tanju’ya bakıyordu. Tanju O’nun gözlerine daha fazla bakamadı,bakışları alay ediyormuş gibi geldi. Sigarayı yaktı. Bir kez daha ,
Tanju...Bana bir duman yok mu?
Tanju ,hayırdır inşallah Songül, dedi.
Boşveer.
Tanju yatağın kenarında oturup ağzına sigarayı koydu, Songül etli kalın dudaklarıyla bilerek Tanju’nun parmağını öper gibi değdirerek aldı dumanını, sonra sarılıp boynunu kendine doğru eğdi,yavrusunu besleyen bir kuş gibi Tanju’nun ağzına duman verdi,Vay vay vay, ne oluyordu böyle...
Öpüşmeğe başladılar.
Sakın utanma tamam mı bebeğim, dedi Songül, biz birbirimize destek oluyoruz tamam mı? Gözlerinin içine, ta dibine bakıyorlardı.
Tamam.
Hiç konuşmadılar, sonra Songül yataktan kalkarak sırtı dönük, sutyenini taktı, sonra sarı tişörtü giydi, yatağı yapmağa başladı, sırası geldikçe de dudağını hep Tanju’nun parmağına değdirerek duman alıyordu.
Dışarı çıktıklarında Tanju O’nun omzuna dokunmak istedi beceremedi Songül usulca O’nun koluna girdi.
Biliyormusun,insanlar seviştikten sonra kahvaltı etmezlerse sevgili olmazlarmış.
Tanju tam önüne bakıyordu.Tarlabaşının yine çamaşır günlerinden biri olmalıydı. Her taraf günlük güneşlikti. Kadınlar bugünü kaçırmayıp hemen çamaşırlarını yıkayıp aşmışlardı demek ki. Ama Songül’ün sorusuna geç de olsa kafası takılmıştı.
Neden öyleymiş ?
Sevişmelerini pekiştirirlermiş böylece
Üstüne bir kez daha sevişirler miymiş?
Birbirlerine bakıp güldüler Büyükparmakkapı Sokağa doğru çıktılar. Songül’deydi yine top, bir şeyler yemeğe ne dersin?
Olur, eve dönecek miyiz? Kahvaltı etmiş olacağız ya...
Yine gözlerinin içine baktılar. Kaşarlı tostlar ve portakal suyu gerçekten ikisinin de gözlerini biraz açmış, akşamdan kalmalıklarını üstlerinden atmıştı. Dün akşama  ya da Hamit'e dair hiçbir şey konuşamıyordu Tanju, havadan sudan konuşuyordu. Songül de işe geç kaldığından söz ediyordu.
Kahvaltı sonrasında ikisi de İstiklal’den meydana doğru çıktılar. Songül bir taksi çevirdi. Taksiye binerken yine gözlerinin içinde gülücükle alay karışımı bir bakışla seslendi.
 Akşama saat altıda geliyorum evde ol.
Tanju tam bir şaşkınlık içindeydi. Hiçbir şey soramıyordu. Evde Songül’ün kayınvalidesi, Hamit’ in annesi çocuklara bakıyordu ama yıllardan beri tanıdığı, anne dediği o kadına ne diyecekti. Ya Hamit’e ne diyecekti, tüh, ne bok yemişti böyle. Ama iyi bok yemişti. Peki şimdi ne yapacaktı? Songül’le birbirlerine destek oluyorlardı da, ne desteği nasıl bir destek?
Akşam eve geldiğinde o günkü satışın iyi gitmesinden mutluydu. Songül uğurlu mu gelmişti ne ...Kasaba uğradı sonra yukarıdaki Laz bakkala uğrayıp eski kaşar, Buzbağ şarabı, kuru yemiş, salam aldı. Şimdilik hazırdı. Mahalleye girince Samo’yu gördü. Erol tanıştırmıştı Samo’yla ,ondan bir plaka da esrar aldı, şimdi tam hazırdı işte. Eve girdikten az sonra ceketini asarken . Erol’ın gel gel diye manevra seslenişlerini duydu. Songül küçük siyah Japon arabasıyla gelmişti. Erol arabayı yan sokakta ki küçük aralığa almıştı orası zulaydı. Onların da evinin altı olduğu için hırsız girme ihtimali de yoktu. Nasıl arabasız gidip arabayla gelmişti? Kapıdan içeri girdiğinde Songül dün akşam arabayı şirkette bırakmıştım belki kızlarla dönerim diye anlatmağa başladı,keyifliydi, Taksim de park problem biliyorsun dedi. Çantasını koltuğun üstüne atıp, sarılıp sıkı bir öpücük kondurdu Tanju’ya yine sevişmeye başlamışlardı. Songül’ün tamamen tüysüz vücudu Tanju’nun hiç yaşamadığı bir duyguydu sıkı sıkıya sarılıyorlar bir türlü birbirlerinden kopamıyorlardı. Tanju ve Songül sevişme sonrasında gözlerinin içine bakarken,birşeyler yemeğe ne dersin fıstık dedi Tanju,akşam sevişmesinden sonra yemek yiyenler daha iyi mi sevgili olurlarmış ,güldüler,  gerçekten benim de karnım acıktı biraz abarttık mı ne dersin ?
Bilmem....
Kalkıp pirzolayı teflon tavada pişirip hemen bir çilingir sofrası hazırladı Tanju.
Sen bu işi iyi kıvırıyorsun ha, bir şeye ihtiyacın var mı ?
ekmek kesebilirsin
ekmek yemiyorum rejimdeyim
Hiç gerek yok rejim yapmana ama sen bilirsin,o zaman kuru yemişi aç.
Pirzola pişerken Tanju şarabı açmıştı sağlığa içtiler, yemeği yediler. Ekmek de kesildi her ikisi de yediler. Yemeğin sO’nuna doğru Tanju plakasını çıkardı ve sigara hazırlamağa başladı. Songül yemekten sonra light sigarasından yakarken Tanju'yu izliyordu yüksek sesle düşünür gibi konuştu.
Ne diyorum biliyor musun?
Ne?
Yıllarca ben sizin esrar içtiğinizi biliyordum.
Neden bilmezlikten geliyordun.
Hamit içki  içmesin diye.
İçki içmesine niye karışıyordun.
Evde içmiyordu her akţam geç geliyordu.
Songül Hamit’i seviyordu sözleri ne yapıp yapıp Hamit’e getiriyordu. Sigara içerken gelip Tanju’nun kucağına oturdu, tamam artık Hamit burada yok, biz varız, ve biz iyiyiz değil mi. Tanju gözleri dalgın dumanı dışarı verirken başıyla yavaşça evet dedi.
Songül o akşam evine dönerken Tanju daha bir keyifliydi. O akşam sanki yaşadığı  tüm sıkıntıları almış,  mal çekmiş  eroinman gibi, içine yaşama sevinci dolmuştu.
Kuran’dan bir sayfa açtı çok mutluydu
Ey inananlar mutluluğa ermek için tövbe ederek  Allah’ın hükmüne dönün İçinizdeki bekarları  iyi  mbildiğiniz köle ve cariyelerinizi evlendirin.
Kuranı kapattı Nisa suresi ha?
Songül o günden sonra sabahları erkenden kalkıp saat yedi gibi evde oluyor, kahvaltı edip, hatta ayaküstü sevişip işe gidiyorlardı, şipşak sevişmeye Tanju köfte ekmek diyordu bu hamburgerden önceki klasik fast food  yöntemi değil miydi? Hamit telefonda  aramıyordu bir süredir. Hoş ikisinin de aklında pek Hamit kalmamıştı. Haftasonlarında Songül evde kalmak zorunda oluyor,Tanju da Cuma akşamından başlayıp Cumartesi pazar kendini içkiye vuruyordu. Böyle bir cumartesi gecesinde bardan tanıdığı yeni yeni eroine alışmağa başlamış eroinman bir kız küçükparmakkkapı sokağın istiklal köşesinde yanına yaklaştı, adının Yaprak olduğunu biliyordu ama o kadar, eski kocasını sevgililerini filan biliyordu yine de. Tanju, dedi Yaprak, param yok açım paran var mı? Parası pek yoktu Tanju’nun, Cuma akşamı biraz fazla kaçırmıştı kantarın topuzunu .Yıllardır haftasonları para dengesini tutturamamıştı zaten. Yaprak’ ı aldı eve getirdi. O’na evde ki zeytinyağlı taze fAsulyeden ve patates salatasından bir tabak yaptı. Yarım kalmış Buzbağ şarabından koydu. Yaprak ilk gördüğü günlere göre çok zayıflamıştı. Yemeği yerken eyç almam lazım hastalanacağım gece yarısına doğru dedi. Tanju, yemeğini ye çaresine bakarız, deyince Yaprak daha bir iştahla saldırdı yemeğe. Bu arada Tanju evden “bir dakika beni bekle , deyip çıktı. İki sokak altında oturan Camgöz’ün evine gidip bir kullanım eroin aldı. Akın daha bol ve iyi mal verirdi ama, şimdi evi uzaktı, kim gidecekti bu saatte Hacı Hüsrev’e. Kapıyı açtığında Yaprak tedirgin, bir heykel gibi donuk akvaryuma bakıyordu. Önünde eyç paketini  görünce gözleri güldü. O eroini yanındaki rakı kapağına dökerken  Tanju bir de çift kağıtlı sardı. . Evle aram çok kötü dedi Yaprak kapağın içine filtreyi atıp eroini enjektöre çekerken, son sevgilimden ayrıldıktan sonra gidemiyorum, ev basıyor. Sende zaman zaman kalabilir miyim,zivanayı yerleştirirken, neden olmasın dedi Tanju istediğin zaman gel. Bir yandan Yaprak’ın parmağıyla damar aramasına bakıyordu, diğer yandan,bu işe Songül’ ün ne diyeceğini düşünüyordu ,yine de kendi gibi düşünen, eline kılıç olarak eroini almış kabuk olarak yine eroine saklanmış bir insana hayır diyemezdi. Evde O’nun kalması onu heyecanlandırıyordu,Yaprak damarı bulmuştu iğnesini yaptı, geldiğindeki bitkinliğin tersine lastik bir top gibi zıplaya zıplaya gitti, ve o hafta sonu gelmedi.
Hafta sO’nundan sonra tabii ki Songül’ün günüydü. Akşamüstü arabasıyla geldi her zamanki yerine, her zamanki gibi Erol’ın yardımıyla park etti, neşeli ve gülerek girdi kapıdan, yine seviştiler. Sevişmeleri artık olağan sayılıyordu, sabaha karşı ne ezanı olduğu belli olmayan bir ezanla uyandı Tanju, sanki kıyamet kopuyor gibiydi. Bunun bir sabah ezanı olmadığını biliyordu, selâ hiç değildi. Bizim müezzin hapı fazla kaçırmış, diye geçirdi içinden. Uyku sersemi kapının önünden neredeyse ölülerin resmi geçit yaptığını, kıyamet bile kopsa umurunda olmadığını,kıyametin zamanında koptuğunu hiç olmazsa kainatın bu özel gününe tanık olabileceğini düşündü. Oysa geç saat barları dağılıyordu. Önce altı silindirli bir motor sesi duydu. Bu bir Amerikandı. Amerikan mıydı.?
Kapının önünden geçen arabaların sesinden arabanın markasını tanımlama alışkanlığı gelişmişti. Polis minibüsleri 2500 si-si dizel, pazarlamacılar da öyle  ama bu bir Amerikan. Kapı çaldı. Perdeyi araladı Hamit’i gördü. Nefesi sıklaştı. Songül çok derin uykuda görünmese de gözleri kapalı, uyur görünüyordu. Pencereyi açtı. Derin bir nefes aldı. Hamit ve Filiz bayağı içkili gözüküyorlardı. Hamit elinde bir rakı şişesi, .Na’ber yaa, biz geldik, bak ne getirdik, dedi. Hamit biraz kısık sesle. Kusura bakma ağbi yaa bu gece de benim manitam var, diyebildi. Ne fark eder canım sarhoşum ben,hem tanışmış oluruz yengemizle. Konuşması Tanju’ya alaylı gelmişti, paniklemişti bir yandan da.
Bu arada Songül uyandı. Nefesi sıklaşmış, fısıltıyla, Hamit, diyebildi pencerenin hemen altında duran yatağın içinde.
Pencereden sarkmış, dizleri yatağın üstünde, Tanju derdini anlatmağa çalışıyordu. Hayır dedi, Hamit’in hep kullandığı bir söz aklına geldi “çok özel biri seninle sonra tanıştırırım”Hamit bozuldu. Filiz iki kişi arasında geçen konuşmada  hiç adam yerine konulmadığından biraz ekşimişti. Filiz Tanju hiç yokmuşçasına sordu;
Ne olmuş?
Sevgilisi varmış.
Olsun.
Tanju’nun aklı Songül’ün arabasındaydı Allahtan Erol arabayı yine zulaya aldırmıştı.
Çocuklar, dedi ikisine birden  pişkinliğe vurup,  yarın görüşürüz. Hamit ile Filiz arabaya doğru yönlendiler ve karanlıkta zula da duran siyah arabanın önünden geçip gittiler. Tanju’nun da Songül’ün de uykusu kaçmıştı artık. İkisi de kalkmış giyinmiş kahvelerini içiyor hiç konuşmadan balıkları izliyorlardı.
Songül sessizliği bozdu.
Bu herifi öldürmeğe ne dersin?
Tanju bir kahkaha attı. Tipik, aldatılan kadın sendromu ha?
Songül de tebessüm etti, ne yapalım yani, sinirimi bozuyor bu herif benim.
Biz de bu gece O’nun sinirlerini bozuyor olabilirdik dedi Tanju ve sürdürdü konuşmasını, kendimi çok iyi hissetmiyorum. O’na ihanet ettim gibi geliyor bana, ama düşününce ihanet eden oydu diyorum.
Hayır, dedi Songül, senin hiçbir suçun yok 
Tanju içinde bulunduğu  durumdan rahatsızdı. Bir yerlerde yanlış var gibi geliyordu O’na .Yardımcı olmak isterken neredeyse yardım alacak hale gelmişti. Yardımcı mı olmak istiyordu gerçekten, yoksa kendi yaralarını sarmak mı. Songül mutfakta çayı demlerken Tanju  kuranı açtı
“her şehirde şehrin günahlarını ,hileler,düzenler kursunlar diye büyülttük,öne geçirdik. Aslında onlar kendilerine karşı hilekarlık yaparlar da bilmezler. Bir ayet gelince ;Allah’ın peygamberlerine  geldiği gibi “bize de gelmedikçe  kesinlikle inanamayız” derler. Peygamberliği  kime vereceğini  Allah bilir. Bu suçlulara ,hilecilikleri yüzünden de Allah katında bir horluk ve ceza gelip çatacaktır.
Cezayı hak etmiş miydi Tanju? Belki? Kuran diyordu ya ,Allah bilir.
Songül’le Tanju işe giderken pek konuşmadılar. Tanrı cezasını verecekti Tanju’nun ama vermiş miydi daha verecek miydi?O gün Tanju da O’nun arabasına bindi, kapının önünü süpüren kadınlar onlara imrenerek bakıyorlardı, ah kocaları da işe gitseydi gidebilseydi,çünkü herkes biliyordu bu semtte işe gitmek kutsaldır, çünkü iş insanı gayrı meşru alemden kurtarır, düzenli yapar. 1000 si-si’lik Japon arabası yokuştan dünyaya çıkarken saat sekizde Süryani kilisesinin çanları Tarlabaşı sokaklarında her sabahki gibi çınlıyordu .
Bölüm V
Tanju Taksim meydanında Songül’ ün arabasından indi
Bir büyünün bozulduğunu düşünüyordu Tanju. Sanki Songül içindeki tüm parlaklığını yitirmişti. Ne gündüzleri işyerinden arıyor ne de Songül’ün telefonlarına ilgili davranıyordu kimse ne zaman buluşacaklarını konuşmadan daha önce görüşmemiş gibi konuşuyorlardı .Evde ortaya çıkan bir fareye karşı çaresiz kalan Tanjuya bir de arkadaş gelmişti. Duman tekir bu kediyi Erol eve paldır küldür atmış Tanju önüne salam koymuştu eve alışssın diye .İki aç gün dışarı çıkmadan eve alışmıştı,adını garbis koydu Tanju. Mari kler in karşılaşacağını söylediği garbis ağbi  olmadığına göre buydu ailenin yeni elemanı.Ama kedinin başka alışkanlıkları vardı erolla Tanju sıgara içerken sıgara kime giderse kedi O’nun kucağına gidiyordu. Kedi de keşti.
Bir akşam evde otururken zil çaldı Yaprak’tı gelen boynu bükük içi sıkıntılı  sessizce girebilir miyim,dedi
Tabii...
İçeri girer girmez,
iğne yapabilir miyim.
Her zaman yapabilirsin Yaprak, dedi Tanju. Tuvaletlerde orada burada yapacağına gel evde yap,aman ha ovır movır olma vazgeçtim polisle uğraşmaktan, ölürsen senin yüzün gözümden gitmez hapislerde kafayı yerim. Yaprak güldü merak etme ben doktor sayılırım bilmiyor musun Cerrahpaşa’ dan beşten ayrıldım. Biliyorum dedi Tanju, yalnız bu bok tıp mıp dinlemiyor götürüyor, çok doktor karşı tarafa geçti kolunda iğneyle. Tanju konuşurken Yaprak mutfağa gidip eroini bir kaşığa döktü üstüne limon tuzunu ekledi, şırıngadan kaşığın içine su fışkırtıp kaynattı ve sigara filtresini içine atarak süzüp tekrar şırınganın içine eroin eriyiğini aldı. Ne biçim rengi var bunun be...Tanju olayın hiç farkında değil,dinlemiyor , ilgilenmiyor gibi elindeki Aktüel’i okuyordu. Yaprak yere oturup tavandaki ışığın altında kolları ile konuşarak damarlarına küfrederek iğnesini yaptı. Tanju  eskiden beri yaptığı gibi yine elinde kumanda televizyO’nun kanallarında zıplıyordu. Asker programına takılı kaldı. Hiç bir anlamı yoktu bu salak programın ama aklında Songül vardı. Kendini biraz aptal hissediyor biraz da Songül’ün kendine karşı duygusuz davrandığını düşünüyordu.  Yaprak hiç ses çıkarmadan zaman zaman gözünün ucuyla Tanju’ya bakıyor ne izlediğini anlamaya çalışıyordu. Tanju bu küçük odada kendini teknesini yitirmiş bir kaptan gibi duyumsuyordu. Kapının önünde 2500 si- si motor sesleri geçerken irkildikçe Yaprak da ipleri tıpkı kuklacının elindeki kukla gibi tedirgin oluyor, Tanju yine programa aptal aptal bakınca O’nunla birlikte programı izliyordu. Aslında o da Hakan’ ı kafasından atmaya çalışırken, okulu bırakmış, eğleniyorum, diye başlayıp böyle kendini sokaklarda arar hale gelmişti. Israrla eroinman olduğunu söylüyor, böylece aşkını red ediyordu. Aşk reddedilebilir miydi? Ev bir duygu konservesi haline gelmeğe başlamıştı. Sanki bir mıknatıs çalışmağa başlamış aşklarını yitirenler buluşmağa başlamıştı. Yitirilenler ortak paylaşımlar olmuş, herkes bir şeylerini yitirdiğinden,  yitirdikleri duygular kadar kadar birbirlerini saymağa başlamışlardı. Hiç kimse sessizliğini duygulu bir şarkı makamıyla anlatamıyordu, sanki o zaman ses çıkacak ve duyguların anlamında fotoğraf makinalarına giremeyen ısı dalgaları gibi yok olacaklardı. Erol’ la Yaprak birbirleriyle karşılaşmasalar da evde onların bıraktığı izler yaşamlarını yansıtmağa yetiyordu.
Erol geldiğinde  “18 yaşımdan sonra imzandan önce en uzun künyem aşktır benim” yazmıştı,bir fayans parçasının üstüne. Akvaryumun üstünde neredeyse Bismillah gibi duruyordu yazı .Tanju askerden beri benzeri çok laf duymasına karşın Erol’ ı aşk konusunda uzun kırmızı Marlboro’sunu eme  eme düşündüren bu cümle onu çok etkilemişti. Şaka olsun diye o da bir laf yumurtlamıştı , hayat bir tek kağıtlıdır, içinde her şeyi ol an ancak dert yerine eyç konmuş, koreksli bir tek kağıtlı. Erol gülmüştü, ağbi bırak bu beyaz ayaklarını yaa..
Erol da bir genç kıza aşıktı. Akşamları bakkalın önünde saçlarını jöleleyip oturuyor, tek kağıtlısını içerken uzaktan uzağa kızla kesişiyordu. Artık kız yaklaşmıştı, mektuplar alınıp verilmeğe aşk sözcüklerinin en cukkalıları yazılmağa başlamıştı. Mahalle arasında şalvarla dolaşan, akşamları pank bir görünüme bürünen bu kız O’nun aklını başından alıyordu. Ama yalnızca O’nun mu...?
Güneydoğulu ve ağır yağlı yemekler yiyen Erol gibi ağabeyi de aynı ağız tadına ve mutfağa sahip olduğu gibi aynı zevkleri paylaşıyordu. Sabahları dükkanı erken açan, ağabey, Fırat’tı.  Sabahın saat yedisinde şişte ciğer ızgara yapar pide arasında büyük bir iştahla yerdi. Bu biraz da zenginliğinin bir sunumuydu çıktıkları yatağın sıcaklığını üstünde taşıyan ev giysileriyle gelen kadınlara. Fırat kendi sokağının içinden dışarı çıkamayan yaşantısıyla doyamıyordu. Evliydi beş yaşında bir oğlu vardı. Ama olsundu erkek adamın elinin kiri değil miydi kadın. Tanju’ya gelen giden kızlar nasıl oluyordu da bu çulsuz herife geliyordu pek aklı almıyordu .O güzel cıvırlar Tanju’ya esrar içmek için geliyorlardı ama niye O’na gelmiyordu bu kızlar. Fakat Fırat için Esra başkaydı. Boylu esmer güzeli  kıvırcık saçlı Esra Anadolu Uygarlıkları müzesinden kaçıp canlanmış bir tanrıça edasıyla dolaştıkça herkesin gözü gibi Fırat’ın da gözü olduğu yerde duramıyordu. Bir iki sabah kahvaltısında ailesine böyle bir gelinin gelip gelemeyeceğini  düşünüyordu Fırat, bu kız orospuydu. Öyleyse o da O’nunla olabilirdi çünkü ailesine bir orospu giremezdi.
Dükkanın önünde yine boşalmış  limon sandıklarından kopardığı bir iki parça tahtadan yaktığı ateşin közünde şişlerini kızartıyordu.
Ancak bu kez kendisi için olduğundan biraz fazla iki yerine dört tane üstelik bir hasır sandalye daha yerleştirilmiş durumda .Esra konfeksiyon atölyesine gitmezden önce ekmek almaya gelecekti ve geldi de . Ekmek almadan önce Fırat’ın ısrarlarına dayanamadı. Mahcup gözlerle biraz yere bakarak dürümünü yedi.  Fırat dürümünü yerken biraz da bıyıklarına bulaştırıyor akşamdan kalma kanlı gözleriyle uzun siyah etekliğin içinde daha önce tanıdığı diri bacaklara takılmış kalıyordu. Hemen köşedeki evin arka dairesinde oturan Erol elinde pet şişeyle 
kapının önünde belirdi. Bulunduğu yerden köşedeki Esra gözükmüyordu. Ya ağbi yaa, dükkan da sular akıyor mu? Fırat  O’na bakarken hem suçlu olduğunu düşünüyor hem açıklayıcı olmak istiyordu. Erol  ayağında eşofmanı, saçları  karmakarışık  yanına geldiğinde Fırat bir şeyler demek istedi, taze etle dürüm ağzında kaldı. O anda Esra ile karşılaştı. Esra yumuşacık fakat sisli bir gülümsemeyle baktı. Erol’ın sesi donuktu;
Sen n’apıyon bur’da
Fırat ağbi dürüm yapmış da , sen de yEsene
bok ye
diyebildi. Sinirlendi ve döndü gitti. Erol elinde pet şişeyle şimşek hızıyla, dükkana girip kasanın arkasına geçti ve bir uzun kırmızı Marlboro paketi aldı. Aynı süratle dükkandan çıkıp evine yöneldi. Fırat ve Esra ardından bakakaldılar Esra elindeki yarım dürümü sandıktan yapılmış masanın üstüne koydu.
YEsene
sonra yerim
Keyfi kaçmıştı hepsinin, mangal orada öyle tüte kaldı.
Erol neye kızdığını çok bilmiyordu . Kendisi olmadan Esra’nın böyle sabah keyfi yapmasına canı  sıkılmıştı ama, neden olduğunu kestiremiyordu. Sabah evde açık bıraktığı televizyonda Meksika dizelerinden birinde adam kadına akşam yemeğe çıkalım mı,  diye sorunca canı bir sigara daha yakmak isted  demek kendinle yemeğe çıkmayan kadın Fırat’la sabah kahvaltı ediyordu ha. ..Hani Taksimde görürlerdi, hani yok şurada oturama bu görür, burada oturamam şu görür, dü, ha? Ulan mahallenin ortasında işte yemek yiyorsunuz be?
Memleketinden yeni getirdiği esrarından bastığı büyük parçadan irice parçayı ayırıp alelacele bir sıgara yapmağa başladı.  Sıgaradan aldığı iki üç dumandan sonra biraz sakinleşti. Ulan hala Kürdüz be, dedi ne varmış ağbimle dürüm yemiş, helal olsun. Ağbim de eşek değil ya. Keyfi yerine gelmişti. Akşam üstü görüşmek için hemen telefon etti.  Taksim Parkında buluşacaklardı işte yine. Ne salaktı yaa,her boka sinirleniyordu.
Fırat ertesi sabah yine tezgahını kurmuştu. Esra bir önceki gün olanların belki sadece bir yanlış anlaşılma olduğunu düşünmüştü. Ayrıca Fırat O’na çok da kötü davranmıyordu. Nasıl hayır diyebilirdi ki Fırat’a, adam kötü ne yapmıştı.
Esra’ nın zaten insanları kırabilen bir yapısı yoktu. Hem erkekler böyleydi zaten. Neyi ne zaman ne için yaptıklarını Esra pek çözemiyordu. Mıkkım ağbi de de böyle olmamış mıydı? Daha yeni yeni gelişiyor, göğüsleri yeni beliriyorken çok güvendiği Mıkkım ağbi, O’nun hep elinden tuttuğu, onu gezdiren Mıkkım ağbinin kucağına oturduğunda nefesini sıklaştırmış ayı gibi sesler çıkarmağa başlamış, neredeyse o pis sikini kıçına sokmağa çalışmamış mıydı? Böyleydi erkekler ama her erkek bir miydi? Erol ne iyi bir insandı, ne duygulu bir çocuktu, mesela örneğin.
Esra Erol’la Taksim parkında buluşup soğukta sarılarak yürüdükleri gece Erol’ın  hiçbir kızgınlığı kalmamıştı zaten,insan hiç ağbisinden kıskanır mıydı kızını,hiç yani. Esra hiçbir rahatsızlık duymadan sandıktan yapılmış üstüne bu kez gazete kağıdı da değil düz beyaz paket kağıtları serilerek yapılmış masa örtüsü yanında oturmuştu. Fırat küçük hasır sandalyeleri koymuş kuzu şişleri kızartıyordu bile...
Esra’nın keyifle  önceki gün olanlardan tamamen arınmış rahat gelişi Fırat’ı heyecanlandırmış içine “bu işin olacağına dair  bir umut duygusu” yerleştirmişti. Esra pidenin içine durum yapılmış şişlik eti iştahla ısırırken mm ne güzel olmuş, dedi. Koşa koşa ağzı dolu bakkala giren Fırat dükkandan bağırdı, ne içiyon, kola ayran ve biraz durakladı, bira...Esra bira  teklifini duyunca biraz düşündü,  ne demekti şimdi bu bira. Kola dedi Esra, Fırat kendine de bir kola alıp elinde şişelerle gelip Esra’nın yanına daha yakın oturdu sırtını sıvazladı. Esra, dedi Fırat bugün bizim ev boş gidelim mi, lokmalar Esra’nın boğazında kaldı bir şey diyemedi, Fırat’ın yüzüne baktı. Fırat’ın oturduğu hasır taburede gerilmiş pantolO’nunun altında erkeklik organının hazır durumda olduğunu  gördü. Fırat deneyimini konuşturup  Esra’nın kulaklarının arkasından, boynundan iki öpücük yerleştirdi, elini Esra’nın cinsel organına attı, Esra, Fırat ağbi demeye çalıştı. Düşte gibiydi, bağırmağa çalışıyor sesi bir türlü çıkmıyordu. Kendini biraz geri çekti .Yine Mıkkım ağbi’de olduğu gibi bir şey diyemiyordu, Allah kahretsin. Kolasını bile tam içemeden kalkıp gitti.
Akţam Erol’la karşilaştıklarında Erol sessizdi. Konuşmuyordu .O  da Erol’a bir şey anlatmamıştı. Böyle bir ilişkinin içinde Esra’nın yapacağı bir şey yoktu . Görüşmeyelim Erol, dedi Erol’ın söyleyeceği bir şey yoktu. Görüşmemenin sebebini hissediyordu sanki ama cinli bir düşte gibi ağzını açamıyordu. Eve gitti.
Tanju uyandığında geceden düzenlediği odasında çok huzurluydu. Tarlabaşı’nda sabahlar sakin doğuyordu, tüm gece gezip, kumarhanelerdeki  dürümlerden tadıp, kumarbazları yolculayan akşam gezmelerini yapmış kediler bile gece esrar dumanaltısından taklada, evlerinde  uyuyorlardı. İşe gitmek ya da kendi deyimleriyle yoluna çıkmak için erken uyanan yankesiciler esrar sarhoşu konuşmadan kaldırımlarda oturup toplanmaya başlamışlardı.Bir sabah tek kağıtlısından duman almış bakkallar vardı köşe başlarında, bir de alkolik çay ocakçıları, gün öğlen gelecek, sabah kahvaltısını yapan pavyon elemanları akşama doğru işe gidecekler, gaspçılar dişlerini akşama doğru bileyeceklerdi. Ama Tanju’nun sabah sekizde cin gibi kalktığı o gün Kapının önünde hiçbir ses yoktu. İşe erken çıkan sessiz ve dörtlülerinden duman alarak ayılmağa çalışan Yankesici  Kasap Baho’nun  arkadaşlarını uyandırmak için “bak bi dakka diye gür bir sesle bağırışlarının yerinde garip bir sessizlik vardı. BahO’nun sesine uyuz yaşlı kadınlar bile şaşkındı belki, kızgın gözlerle cama çıkmıyorlardı. Sabah  düzeninde bir şeyler olmuştu.. Ekmek almak için pencereyi açtığında bakkalın kapalı olduğunu gördü. Oysa Fırat’ın çoktan açması gerekliydi dükkanı. Çay  yapmak için ocağa su koyduğunda artık unutmağa başladığı ama çok bildiği bir çığlık duydu. Arkadan, gitti gitti gitti aslanım, diyen yaşlı bir kadın sesi,  arkadan çığlıklar. Perdeyi aralayıp  sokağa baktığında bulunduğu açıdan hiçbir şey görmedi. Neler olduğunu soracağı kimse de yoktu çevrede. Birisi ölmüş diye düşündü. Çay suyu kaynayıp çay demlenmiş o da artık iyice acıkmıştı, ekmek gerekliydi. Fırat uyanamadı herhalde diye geçirdi içinden, dışarı çıkıp Fırat’ların evinin önünde kalabalığın orda erol un arkadaşlarından Fehmi’yi gördü. Kötü bir şeyler olduğunu sezinliyor yine de o kötü şeyin ne olduğunu duymak istemiyordu Tüm iyi niyetiyle şansını zorladı. Na’aber Fehmi Fırat dükkanı niye açmamış ne oldu.
Bilmiyon mu ağbi Erol ağbi intihar etmiş
nasıl?
Nasıl olacak, almış kütesini, yastığı dayamış, kafasına mermiyi itelemiş bu sabah odasında bulmuşlar. Manita mevzuu galiba.
Tanju hiçbir şey konuşmadan dönüp eve girdi. Vay Erolcuk vay dedi neden yaptı böyle kız yüzündense ne oldu acaba. Ulan ibne hayat, diye söylendi kendine, ama yaşamın ne suçu vardı ki. Yaşam kimseyi güle oynaya karşılamamıştı ki. Kimseye bir vaatte de bulunmamıştı. Kimin kimle yaşayacağını, birliktelik sürdüreceğini,  kimin kimle yatacağını ya da dost olacağını,ne kadar yaşayacağını nerede ve nasıl öleceğini vaat etmemişti ki. Ama hep başına gelenlerden sonra artık şunu söyle bilirdi yaşam  dalyarak bir milletvekili    değil, duygu milletinin vekiliydi.yapılan doğruların ya da yanlışların sonucunu getiriyordu,hemde hemen, leylekleri kargo şirketlerine bin basardı.  Üstelik oy toplamak için insanları başına toplamamıştı,yalan değildi,yalan söylemiyordu. Yaşam n’apsın dı. Ama içini dindirmiyordu bu laflar gözlerinden atlar gibi yaşlar akmaya başlamıştı, içi acıyordu. Kuranı açtığında yine Bakara suresi çıkmıştı:
“Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve uçan bir kuţ yoktur ki, insanlar gibi erkekli ve diţili olmasýn. Biz kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık. Sonra hepsi Rablerinin katında toplanacaklar. Ayetlerimizi yalanlayanlar,karanlıktan çıkamamış sağırlar ve körlerdir.
“Ben erkek olsun kadın olsun, içinizden iyilik yapanların hayrını boşa çıkarmam. Bazınız bazılarınızdan meydana gelmedir. Bence hepiniz  birsiniz. Yalnız,uğrumda hicret edenlerin,yurtlarından çıkarılanların, eziyete uğrayanların ve savaşıp vuruşanların, vurulup ta şehit olanların  kusurlarını şüphesiz örteceğim. Onları kıyılarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım.../
İnşallah, dedi Tanju, gerçi intihar edenler için zırt pırt, derler ama bugün bu ayet çıktığına göre önemli değil. Erol'ın verdiği esrar gözüktü gözüne iştahı da kesilmişti. Erol’ ın dünyada ki son varlığı gibiydi bu çift kağıtlı sarıp içti. İçinde tanımlayamadığı , isyan edip rahatlayamadığı bir acı vardı hala. Allah tüm kulları için kim  bilir nasıl üzülüyordur diye geçirdi içinden. Ben yalnızca yakınlarım ve dostlarım için üzülüyorum. Ne büyük acı yarabbim. Pencerenin önünden geçen siyah plakasız Reno’yu gördü yine yavaşça avını yakalayacak bir kedi ,hayır daha çok bir timsah gibi geçiyordu. Kürtlerin kalabalığını görmüş çıkmıştı ortaya yine. Bu lanet arabanın aldığı insanların ne olduğu bilinmez bir süre sonra ayakları falakadan şişmiş gelirlerdi gelenler. Siyah Reno yine çalışıyordu, pislik herifler dedi Tanju  ve bir kez daha açtı kuranı,dışarıda biriken kalabalığın sesi artarken akvaryumun motor gurultusu,Üsküdara gidelim şarkı sözlü  güvercin gugurtularına karışıyordu.
gözünün önüne çıkan üçüncü ayet O’nun duygularını açıklayacak ve ilaç olacaktı, O’nun kendi kendine uydurduğu inancına göre,bismillah   dedi, 
Yusuf 18
üzerine başka bir kan bulaşmış olarak Yusuf’un gömleğini de getirmişlerdi.”herhalde nefisleriniz sizi aldatıp kötü işler yaptırdı. Artık bana güzelce  sabır gerekir. Anlattıklarınıza karşı yardımına sığınılacak ancak Allah’tır “ dedi.
Tanju Kuran’ı kapattı,Allah bana ve tüm insanlara bu acılara katlanmak için sabır versin dedi. Sonra düşündü Ya Allah’a sabrı kim verecek. Kimse onu düşünmüyor tabii. Neyin neyi ne zaman nasıl yapacağını kestirenler bizler değiliz. Sorumlunun ve sorumluların kimler olduğu, kim olduğuna gelince  yargılanan suçlu ve beraat eden mAsum ya da hüküm giyen mAsum veya suçlu sanık ve hakim her zaman Allah oluyor. Peki biz ne oluyoruz ne bokum işe yarıyoruz. Hep topu Allah’a atıp kendimizi kurtarmak peşindeyiz. Şu son ayet de gösteriyor ki Allah tüm aşkların ihanetçilerinin biletini kesecektir. Şeytanla tanrının savaşı bitmedi. Biz ibnelik yapansak ibne, iblis kazanacak. Biz tanrıya yakışırsak tanrı kazanacak,biz kazanacağız çünkü biz tanrıdanız, tanrıyız. Kaybeden zaten hep suçlu. Eğer tanrı kaybederse biz şeytan kainatının kötü cinleri  şeytanları mı olacağız,vay vay vay.
Bunların hepsi kıyamet günü ortaya çıkacak. Şimdiye kadar bakarsan Allah sanki bir sıfır yenik. Ama maç uzun insan inatçı ve nefret kadar sevgiyle de dolu, Tanju böyle kendi kendine homurdanırken Yaprak bitkin bir görünüm ve asık bir suratla çölden gelmişçesine camı çalıyordu. Tanju kapıyı açtığında hemen tuvalete girmeliyim, dedi Yaprak. Hastalıktan altıma sıçıyorum sen benim için şu malı kaynatabilir misin. Tanju Yapraktan aldığı eroini kapağa koyup kaynatırken Yaprak tuvaletten sesleniyordu, ne olmuş dışarıda bir sürü kalabalık, Tanju cevap vermedi. Al tedavi ol sonra konuţuruz, diyebildi.
Yaprak tuvaletten çıkıp  bez bebekten yapılmış imajı veren vücuduna iğneyi sokarken kara büyü yapar gibi gelmişti Tanju’ ya.
Kara büyü yapanlar bebeklere iğne sokunca bebeği simgeleyen yerinden hoplarmış biliyor musun Yaprak,
dedi Tanju. Yaprak damarı bulmak üzereydi ve derken fışkıran kan, suyun içinde yine kırmızı kurdelelerini çizdi, Yaprak pompanın pistO’nuna yüklenmiş ilerliyordu damarının içinde,derin bir nefes ile iç geçirdi oh be dedi önce sonra yanıtladı. Hoplayacak tabii orospu çocukları , hem sonra ben de bez bebek miyim yani birileri hoplayacak, bundan sonra götüme, kutuma sokacağım iğneyi Hakan ibnesi yerinden hoplasın,  iğneyi kolundan çekerken hem kolunu mendille siliyor hem hafifçe tebessüm ediyordu. Doğrusu Tanju ya da ilginç gelmişti bu düşünce ama dışarıdaki ölümün soğuğu onu gülemeyecek kadar ağırlaştırıyordu. En sO’nunda açıldı;
.
Biliyor musun bugün bizim Erol öldü, ağbisi ile kız meselesi vardı gibi geliyor bana, intihar etmiţ.
Yaprak eroinin etkisiyle gözlerini oğuşturarak;
AA hangi ,kim nasıl dedi Bizim yan bakkal, Erol Yaprak yüzünü oğuşturarak ,kız yüzünden mi demiştin?  evet,dedi Tanju ve sürdürdü konuşmasını;
bir kızcağızla takılıyordu, artık, ne oldu bilmiyorum ama ara sıra söz ederdi, daha doğrusu bir Esra’sı vardı hiç ağzından düşmez anlatırdı biz sigara içerken, son zamanlarda bir şeyler oluyordu ,abisinden kıskanıyordu,ama artık böyle bir şey dillendiremeyiz, şu yazı var ya 18 yaşından önce diye O’nun yazısıydı.
ağbisinden mi...? Dedi Yaprak, arkadan yuuh be ağbi, dEsene kırmış rahmetli.
deyip yine gözlerini huzurla kapatıp çöktüğü küçük odada kapıya yaslandı.
Tanju tül perdelerin arkasında tam karşısında duran Garbis ismini verdiği sokak kedisini izliyordu koca bir balık çalmış sallana sallana umarsızca geliyordu. Sanki parasını verip satın almış kadar rahattı. Zıplayıp Tanju’nun camına geldi balığı pencerenin denizliğine bırakıp iki elini cama dayadı ve tek eliyle camı çalıp miyav dedi, Yaprak sese irkilip gözünü açtı, eve zaman zaman gelen  evin müdavimlerinden bu kediye seslendi. Aaa Garbis gelmiş dedi çocukça eski bir okul arkadaşını görmüş gibiydi.Garbis’e kapıyı açtılar. O Tanju ve Garbis bir üçlü haline gelmişler. bundan sonraki günlerde anlaşılmaz şekilde birbirlerinden kopamaz birlikte yaşar olmuşlardı.Onların bu birliktelikleri dikkat çekmiyor değildi en azından üst kattaki osman a çıkanlar artık onun yalnız olmadığını biliyorlardı.İsmail hakkı yaprağın gelişine biraz bozulmuştu.Tam bir kadın giderken bu herif yine bir kız getirmişti eve.Üst kata çıkarken o da uğruyordu ,osmandan şikayeti bitmiyordu temizlikçilik yapan ve kocasından şikayetçi biiir kadından hiç farkı yoktu..Osman biris geldiği zaman onların seviştiği yatağı toplamış  ismail hakkı incinmiş,osman barda bir kadına bakmış ismail hakkı çıldırmış gibi tabii bu dedikodular yaprağın çok hoşuna gidiyordu.<<bir süre sonra ismal hakkı amman nereden buldun bu eroiman orospuyu desede yaprağın zekasına boyun eğmiş    çüok anlaşan iki kız arkadaş olmuşlardı.Biirlerinin göz makyajıını        büyük zevkle yapıyorlardı.Tabii ismail hakkı da eeyçten paayııınnıı alıyordu.Eyç kafasında ah şekerimle başlayan osman şikayetleri aprağın kocaman gözlerini açıp tabii ama şekerim diye başlayan yanıtlarıyla gelyordu ve Tanju bu koniuuuuşmalara bayılıyordu.

Bölüm VI
Tanju Garbis ve Yaprak Erol’ ın ölümünü izleyen kış gecelerinde neredeyse birlikte yaşamağa başlamışlardı. Songül zehirlenmiş gibi hiç ortaya çıkmıyordu. Tanju O’nun Hamit’le birleştiğini ortak arkadaşlarından duyuyordu .O denli modern geçinen bu kadın, Hamit in Filizle evliliğini zamanla kendine yedirmiş, Antalyalı bir karpuz tüccarının imam nikahlı karısı kadar ikinci evliliği sineye çekmiş gidiyordu. Tanju kendini kullanılmış hissediyordu.
Yaprak, arada sırada Songül’ü  sorsa da Tanju geçiştirip gidiyordu. Eve zaman zaman camgöz gelip gidiyordu karısıyla Camgöz karısı ve Yaprak kışın dingin güneşli günlerinde Fındıklı parkında kanat ızgara yapıp esrar içiyorlardı. Fındıklı parkına her gittiklerini andıklarında yinelenen bir geyik vardı;bir yılbaşı gecesi Yaprak tiril tiril kısa bir giysi giymişti bacakları güzeldi,pembe bir şeker gibiydi sarhoş olmuşlar küçük kaşar ve büyük kaşar kim; kim küçük,kim büyük kaşar tartışması sonunda sinirlenen  konsomatris Mualla,  yaprağın çene gücüne dayanamayıp ben büyük kaşarım seni küçük kaşar seni, demek zorunda kalmış, Tanju’yla Camgöz’ de barış olmasından hoşnut ızgaranın ateşini karıştırmışlardı. Bir bununla kalsa iyi, eğer roman karısı karga gibi kara Mualla, Yaprak eyç kafasındayken ben küçükken sarışındım bayağı mavi gözlü sarışın ,asta oldum iğne vurdular, pensilinmiş, o beni kararttı, ben ondan esmer gözüküyorum,aslında sarışınım deyince fırlama Yaprak alaycı tavrıyla öyledir öyledir diyerek dalga geçer bir tavır alınca çıngar çıkmıştı. Bir iki renk kavgası deneyiminden sonra Camgöz ve Tanju tarafından  Artık Yaprak ve Mualla’nın renk tartışması yasaklanmıştı. Çünkü, Mualla’nın en sO’nunda, çingene sizsiniz orospu çocukları ben sarışınım, diye ağlamalarıyla biten görüşmeler  olabiliyordu. Onlar eve gittiğinde varolan tek yatakta Yaprakla Tanju soğuktan üşümüş sokak köpekleri gibi birbirlerine sarılıyorlardı. Yaprak’ın bazen nefesi sıklaşıyor, gece uykudan uyandığında sarılıp seni seviyorum Tanju, sen de beni seviyor musun diye soruyordu. Tanju’nun cevabı,Yaprağın kendi tarafındaki elini eline alıp öpmek ve daha sonra onu sarılıp sıkmak oluyordu. Sıcak odada Yaprak Tanju dan uzaklaşmak isterdi bazen, çok terledim eroin kokusu seni rahatsız etmesin, diyordu,oysa Tanju’nun en sevdiği parfüm sevdiği kadınların vücudundan gelen bu eyç kokusuydu,pişmiş ekmek gibi geliyordu  bu koku ,kimi zamanda  terli bir köylü kadının çarşafının altında saklanan bir çocuk gibi, koruyucu bir vücut kokusu. Tanju ve Yaprak bir bara giderken evden ellerinde olmadan sarmaş dolaş çıkıyorlar ancak bara girer girmez ayrılıyorlardı. Yaprak’ın eyç kullanmadığı zamanlarda fazla aldığı alkol Tanju’nun deyimiyle onu kucak orospusu yapıyordu. Tanju bir yandan çok sevdiği ancak hiçbir zaman sevgili olmayı göze alamadığı bu kadınla bir arada gözükmek istemiyordu. Gerçi Yaprak hiçbir zaman kucağına oturduklarını sevişmek için eve getirmiyordu ama yine de Tanju ertesi günler de biraz bozuk oluyordu. Yaprak’ın da morali pek iyi olmuyordu. Yaprak içki sarhoşluğunda birlikte olduklarına patlıcan adını takmıştı. Patlıcan yemeğini de kendini de pek sevmezdi. Gece uyandığında defol patlıcan defol patlıcan, deyip yanındaki adamı yataktan attığını anlattığında Tanju çok gülmüştü. Ama bu patlıcanların arasında yeni bir hormonlu patlıcan olarak girmek istemediği kesindi. Patlıcan öykülerini Camgöz’e anlatmıyorlardı ya, Camgöz kaçın kurnazıydı. Sokaktaki mekanların yeni görünümleri değişse de sahipleri eski ve aynı insanlardı ve Camgöz’ ün adamıydılar,  tek gözüyle bir şahin gibi kafasını çevire çevire her boku görebiliyordu. Camgöz biraz da acıtırcasına, senin tavşanı şurda gördüm, burda gördüm, dediğinde Tanju pek iyi görünmüyor, dalıp dalıp gidiyordu. Gerek Camgöz ve karısı gerekse Tanju arada sırada Yaprak’ ın eroinine ortak olurlardı. Tabii, kedi Garbisi’ de saymak gerekli, esrar sigarası dönerken sigara kime uzatılırsa O’nun kucağına giden Garbis ortada bırakılan eyç tozlarını yalarken yakalandıktan sonra Yaprak paketini sıkı sıkı saklıyordu ve özel günlerde O’nun da önüne bi’ bitlik küçük bir sınıfı koyuyor kedi de bir güzel eroini yalıyordu. Yaprakla Tanju sarıldığı geceler Garbis’le göz göze geldiklerinde Garbis tek eliyle gözünü kapatır gibi yapıp, başını büzüp, kolunun altına sokmağa çalışırken utanan ve devam edin ben görmüyorum diyen bir çocuk gibiydi. Tanju nadiren eroin kullanacağında Camgöz’ ün karısı Mualla’nın hadi anam eve gidelim kaşınalım demesini taklit ederdi. Bir gece hep birlikte kafaları iyiyken eroinin kaşıntısı Mualla’nın her tarafını tatlı tatlı sarmış, Mualla kibarca kaşınmaya çalışmışsa da artan ve yayılan kaşıntıyı yenememiş, patlamıştı. Hadi anam kalk eve gidelim kaşınalım...Yaprak ve Tanju, tarafları çok belli bir çift olmaktan hoşnut, Yaprak fırlamaca gülmüş, Tanju da gidin kaşının bakalım yakışır, demiş,Mualla, yok ağbi valla onu demek istemedim, dedikten sonra hepsinin kopan kahkahalarıyla çıkmışlardı. Yalnız kalıp daire kapısını kapadıkları O an Yaprak ve Tanju yıllardır evli bir çift gibi duyumsamışlardı kendilerini, huzurla  sarıldılar, birbirlerini kokladılar, okşadılar, kopamıyorlardı. Tanju kendini koparıp, aceleyle, bir akşam sigarası içelim, dedi. Yaprak bir yandan ne yapıyorsun, deyip eleştirircesine O’na baktıktan sonra o da gidip akvaryumun kenarındaki koltuğa oturdu. Çok benimsemiş bir biçimde balıkların yem kutusu alıp açtı dikkatlice akvaryumun ışıklığından içeri bıraktı balıklar suyun üstüne çıkmış parçacıkları yutuyorlardı. Arada sırada timsah gibi geçen 2500 sisiliklerden başka ses yoktu bir de akvaryumun bir kedi gibi guruldaması vardı. Garbis’in mıymışıkça uyması ikisine de masalsı bir huzur veriyordu. Tanju sigaranın arkasına hazırladığı kağıttan ruloyu yerleştirip “ kusura bakma zıvanası iyi olmadı bir türlü bu işi çok iyi beceremedim” dedi. Yaprağın yanına gitti, balıkları dalgın dalgın izleyen yaprağın dudaklarının arasına  çifteyi yerleştirdi, yaktı, Yaprak dumanı alıştırdıkdan sonra Tanju, Bak güzelim, dedi.
seninle konuşacaklarım var, gel bana bir minik iğne yap ,hep ben seni dinledim, bana ilaçlı terapi yapmak ister misin, ,sonra Mualla’nın sesini taklit ederek, hadi anam kaşınmağa gidelim mi?
Yaprak hafifçe tebessüm etti malım az ama, deyip yine göz ucuyla baktı, bu biraz, ne kadar istiyorsun konuşmayı , ya da bana anlatmayı, ya da  anlatmak isteğin ne, der gibi hafif kuşkulu, sorgulu,  göz bebekleri minik ve parlak yine de istekli bir bakıştı. Sigara içilirken Yaprak kalktı, iğneyi hazırladı, arada sırada duman O’na geldiğinde Tanju parmaklarını O’nun dudaklarını hissederek veriyordu. Sanki bir tapınma töreni başlamıştı. Yaprak, Tanju kızmasına karşın bu kez tamamen yasal olduğunu bilerek biraz hırsla O’nun  ayakkabısının bağını çıkardı ve Tanju’nun koluna turnike olarak sardı. Küçük ince elleriyle kolunu ararken tırnaklarının bakımsızlığına karşın Tanju O’nun ellerini beğenmişti. Kuş kanadı gibi değiyordu,ellerin ne kadar güzel, Yaprak, dedi. Yaprak hiç yanıtlamadı, girmişti ve damardaydı. Ses gelmemişti, acıtmamıştı, çünkü iğne yeniydi, kan kurdelesini gördüğünde birlik iğnedeki 10 dizyeme dek doldurulmuş açık renk eroini bastı, bu O’nun filtresiydi ama Tanju’ya yeterdi, Tanju’nun dozu düşüktü çünkü. Tanju Yaprak çıkarken eğilip onu alnından öptü güzel ellim benim dedi ,Yaprak kalem dediği enjektörü masaya bıraktı. Sarıldılar. Yaprak birden kendisinin de yapması gerektiğini kuvvetle duyumsadı o da konuşmak istiyordu Tanju’yla.
İş artık iyice büyümüştü kapakta kalanı de ben basayım 
deyip çömeldiği yerden kalktı iğnesini çabuk yapmıştı bu kez. Tanju sessizce yatağa uzanmış tavana bakıyordu. Nasılsın, diye sordu Yaprak. Nal gibiyim.
Aah ah keşke ben de filtreden böyle olabilsem ancak hastalığımı kesiyor.
Tanju’nun üstünden atlayıp yatağın pencere yönüne geçti, uzandı. Tanju’ya sarılıp, söyle bakalım, dedi, ne diyeceksin bana bu kadar önemli. Tanju O’na sarılıp eroinden bir sınıf alıyor gibi derin bir nefes aldı. Kafam çok iyi oldu,  unuttum deyip arkasında duran konsoldan sigara aldı yaktı doğrulup sırtını duvara verdi şimdi Yaprak kucağındaydı, Yaprağın saçlarını okşamağa başladı.
Nasılsın Yaprak?
sesi aldığı uyuşturucunun etkisiyle çatlaktı, Yanıt gelmesini beklemeden sürdürdü konuşmasını,
seni seviyorum biliyor musun,
ben de,
Yaprak da, O’nun ellerini okşamağa başlamıştı. Ne diyorum biliyor musun diye sordu Tanju?
Ne?
Keţke senin şu deli gibi aşık olduğun, şu herif olmasaydı da biz birlikte olsaydık.
Yok ki zaten ..
Ama sen onu köpek gibi seviyorsun...
O iti sevdim ama sevmekten utanıyorum, sanki aşağılanmışım gibi geliyor bana
Neden aşağılanasın canım ,saçma, onu kafandan atabileceğini bilseydim sen ben oğlum ne güzel yaşardık ,mesela,gerçekten çok tatlı bir üçlü olabiliriz. Ama bir de şu eroin olmasa, daha doğrusu eşeğin amına su kaçırmadan içebilsen. Yani halamın maşakları bir olsa...
İkisi de hafifçe gülümsedi.
Merak etme o hıyar belasını bulur,  tüm kardeşleri de eroinman olmuş zaten, anaları olacak o cadaloz çocukların hepsini eroinman yapıyor o eşekliğiyle.
Ama dedi Tanju,yaprağın sözünü kesip zaten annelerimiz eroini ve kadınları yanlış anlatıyorlar
Ne demek istiyorsun dedi Yaprak hafifçe gülümseyerek.
Tanju devam etti,Tüm bunlar benim tanrıçamın istiklalde ondan bundan sinyal çekip eroin almasını engelleyemiyor demek istiyorum.Eroini abarttığını düşünüyorum ölçülü olarak bir içki gibi keyif gibi,takılabilirsin sen biraz kendini özel olarak incitiyorsun gibi geliyor bana .  İçtiğin içkinin adıyla anılmanı,kendini böyle tanımlamanı kaldıramıyorum. Ben her sabah kalktığımda kendine işkence yaparak yaşayan bir insan görüyorum, hakketmediği durumların içinde kendini bulan haketmediği bakışları gören biriyle yaşıyorum. Benim tanrıçamın kimse farkında değil, kendi bile
Yaprak zaman zaman tebessüm ediyor zaman zaman ciddileşiyordu ama Tanju’nun elini hep okşuyordu , parmaklarıyla piyano çalar gibi,  parmaklarının ucuyla  ellerine birşeyler yazar gibi okşuyordu.
Tanju açılmaya başlamıştı,anlatıyordu;
Hani geçen gün uyandığında her şeyi karanlık görmüştün ya hiçbir şey bu kadar karanlık değil, karanlık görmen biraz benim geleceğimi de karanlık gören senin radikal bakışından. Yaşam çok da güzel olabilir güzel olmasına karar versene. Allah kimin belasını verirse versin bu seni ilgilendirmese keşke...
Yaprak önce elini öptü sonra o da ellerini Tanju’nun boynuna dolayarak ,boynundan güç alarak kendini yukarı çekti,Tanju’nun boynundan bir öpücük kondurup yine sarıldı. Tanju dedi, ve gözüne baktı. Böylesine bir bütünleşme isteği Tanju’yu aldığı uyuşturucudan daha fazla etkilemişti, artık gözleri neredeyse yarı kapanmış huşu içinde olduğunu gösterir yüzünde çok hafif bir gülümseme vardı. Her şeye karşın Yaprak O’nun hem yarası hem merhemiydi. Sarıldı bir kez daha
Yaprak,bebeğim, ileri gidersem bu dostluğumuz için iyi olmaz,ben sevgili olarak rezalet kötüyümdür,zor bir herifim. Hem sonra yine Songül işinde olduğu gibi tam seviyorum hatunlar basıp gidiyor en uyuz olduğum şey.
Benimle olmanı engelleyecek bir şey mi var
Tanju sustu,anlatamadığı tüm duygular suya dönüşüyor, gözünden yaşlar geliyordu. Yaprak sanki o güne kadar olanlardan kendini suçluyordu ama onların acısı da şimdi azalmıştı. Tanju’yla yatmaması bir anlamda çok iyiydi bu güzel ilişkiye bir şey olmamalıydı, ama yatarlarsa bir şey olacağını kim, niye çıkarıyordu? Tanju ondan daha iyisini mi bulacaktı. İkisi de yatağın içine doğru çekildiler battaniyeyi üstlerine örtüp yine sarıldılar ama bu neredeyse ağır çekim bir sevişmeydi önce nefesleri hızlandı birlikteliklerinden ve sonra ikisi de kendilerini frenledi yavaşlayıp uyudular.
Bu konuşma onlar için dönüm noktası olmuştu. Birbirlerine neredeyse sözleşmesi bir yerlerde yazılı fakat sertifikası kaybolmuş dini nikah yapmış gibiydiler. Gerçi çevredeki birçok insana göre onlar her ne kadar arkadaşız deseler de   yalan söylüyordu, onlar sevgiliydiler .Herkes Tanju’nun evinin küçüklüğünü ve aynı yatakta yattıklarını biliyordu.
Bi’şi’ diler işte,kimse adını koyamıyordu. Herkesin tek dediği, aman bu eroinman kızla birlikte olma’ydı. Üstelik bazıları ispiyon,diyorlardı.
Tanju erken uyanıp kahve suyu koyarken,masanın üstünde Yaprağın kelebek bıçağını gördü gümüş rengiydi Yaprak’ın kıçında bunu taşımasına bayılıyordu,bu kızı seviyordu yaa. Bu arada yerde duran Yaprağın çantasının içinden yazılmış mektup kağıtlarının kafalarını çıkardığını gördü. Yaprağın çantasına dokunamazdı. O da Tanju’nun cebine hiç elini sokmamıştı çok gerekli olduğu zamanlarda bile. İkisi birlikte yaşıyorlardı ama Tanju Yaprağı hiç çıplak görmemişti,Yaprak tek odalı evin ya mutfağında ya da aynı zamanda duşluk olarak kullanılan helasında üstünü değiştirirdi. Ama Tanju yaprağın ay hallerini bilir O’na göre ped bulundururdu,gerçi eroinden kanama filan görmüyordu epeydir ya, olsun; eyç bulamadığı zamanlar gerekli oluyordu. Yaprak için pazardan külot, aktardan bolca limon tuzu ve eczaneden bol bol kalem,yani enjektör alırdı. Tanju satışlardan aldığı parayı,dolara çevirir yalnızca Yaprağın bildiği bir zulaya koyar, O’nun eroinman olduğunu ya da alacağını düşünmezdi bile,aralarındaki tüm hukuka karşın tüm merakına engel olup o çantayı açmadı. Kahveyi yaptığında yatakta yaprağın of pof’larını duyuyordu. Bu, malım azaldı, demekti. Kalk kızım kalk güzelim dedi,mutfaktan. Sonra bir tabağa konmuş galeta peynir ve kahveyi koyduğu tepsi ile geldi doğrulmuş yaprağın kucğına koydu,Buyurunuz hanımefendi ,deyip dudağına bir öpücük kondurdu, teşekkür ederim  .Yaprak finCandan ilk yudumu aldığında,Tanju  tülün önündeki kalın perdeyi açtı, hava ne güzeldi ilkbahar geliyordu artık
of yaa dedi Yaprak yakınırcasına bir sesle, şu havaya bak,Tanju, gerçekten dedi ,yaprağın kucağındaki tepsiden kahve fincanını ve bir tane galetayı alırken, önümüzdeki hafta bayram tatillerini birleştirdiler bir kere tatil ne iğrenç,şu güneşe bak, yavşak yavşak sırıtıyor terbiyesiz, bunun terbiyesizliğinden güç alan böcekler karıncalar şimdi ortaya çıkacaklar bıdı bıdı dolaşacaklar ıııy,hem aynı zamanda farelerin yavrulama mevsimi, kediler sabahlara kadar düzüşüp bizi uyutmayacak, lanet olsun bu dünyaya, Hayır bir de sevgililerin götü kalkıp parklarda dolaşmıyorlar mı iyice uyuz oluyorum. Yaprak ağzında kahve varken yorgana püskürtmemek için eğilip halıya püskürttü ikisi de gülüyorlardı. Yaprak hep böyle gülmeliydi, mutlu olmalıydı.
Tanju konuşurlarken gece yarılarında gelen Yaprağın cadde başından eve kadarki badi gard’ını; köpek Tommi’yi gördü sanki yaprağı arayarak yerleri kokluyordu. Bak, dedi adamın gelmiş harçlığını istiyor, akşamdan kalma yemeklerden ekmek doğrayıp kapının önüne çıkardı, o yemeğini yerken içeriden görebiliyorlardı. Tanju soğumuş kahvesinden alırken,merakından duramadı .O mektupları kime yazdın,Hangi mektupları, Tanju eliyle çantayı göstererek ,şunları.
Haa dedi Yaprak günlük tutmağa başladım. Tanju rahatlamıştı. Bakabilir miyim. Neden, inanmıyor musun? İnanıyorum kız kuşkucu, ne yazdın? Getir çantayı, dedi Yaprak. Yaprak günlüğe başlamıştı gerçekten ve çok güzel yazıyordu. Aaa dedi Tanju ne güzel yazıyorsun bunları yaz işte, yayınevi olan bir arkadaşım var hem de böyle alternatif şeyler,ne diyorlar, niyu eyç hesabı yazarları topluyor. Yaprak eyç lâfını duyunca aa iyiymiş ya, ama eyçim bitiyor. Tanju tamam bugün alırım, ben de bir paketlik para var dedi. Yaprak rahatlamıştı. Ardından sordu benimle dalga geçmiyorsun değil mi,kaç para vereceğiz kitabı bastırmak için. Ne parası güzelim sen para alacaksın üstüne para mı vereceksin. Yaprak mutluydu. Tanju o gün O’nun için torbacı Akın’a gitti. Akın, yanında haftasonları badanacılık yaptığı bir arkadaşıydı Sultanahmet günlerinden tanırdı ,o zamanlar Osmanlı işi plaka satardı. Çok sevdiği bir karısı ve dünya güzeli bir oğlu vardı ne anasına ne babasına benzeyen. Tanju bu aileyi çok severdi,ne ki artık kadın Akın’ı terk etmişti. Tanju Akın’ı da kendine benzetirdi ama Akın da ondan şanslıydı, oğlu yanındaydı. Tüm o erkete dolu, narkların kaynadığı, ajanların cirit attığı Hacı Hüsrev’e Cinci meydanı tarafından girdi. Biraz yürüyüp Akın’ ın evine geldi. Tanju torbacıya girdiğinde adrenali artmış endorfin bezleri tam gaz çalışıyordu. Görmüş geçirmiş bir Kızılderili reisi gibiydi Akın. Annesi ve ablası Akın’ın tek odalı o evde en az dört çocuk ve iki kadın arasında sobanın yanında çömelerek oturup yavaş yavaş paket yapmasına ,paket yaparken taklalara gelmesine, durup gözlerini kapatmasına uyuz olurdu. Adi be, adi be, çabuk ol diye şikayetlenirlerdi. Tanju Akın’ın huyunu biliyordu. Sigaralık sattığı zaman da severek, neredeyse malını okşaya okşaya sustalısıyla esrarı topaklarından açardı Akın, şimdi de eyç topaklarına aynı şeyi yapıyordu. Her defasında o ince yılan gibi, deliciliğini tıslayan, tırıstırıcı çakıdan baba bir çizgi yapardı Tanju’ya. Tanju her defasında verilenin dörtte birini yolculuğu sakin geçirmek için alır, arta kalanını tekrar Akın’a verirdi.  Akın da sesi çatlak, taklalarda, bayılıyom be ağbi bayılıyom bu adamın içmesine baţka kimse geri vermez be, der,Tanju, tüm ailenin takdir dolu bakışları arasında sınıflardı. Akın hiç belli olmayacak zamanlarda ama yalnızca ağır duygusal anlarında örneğin onu terk eden karısı hakkında yalnızca Tanju’yla konuşurdu. Eski karısı Nermin de Akın’ ın şerrinden korktuğu için oğlunu Tanju aracılığı ile görmeğe çalışırdı. Tanju’nun görevi, Akın görmeden Ercan’ı annesine göstermek ve haberi Nermin gittikten sonra vermekti. Akın böyle durumlarda  gece üçte,iki kalem alır, Tanju’yla iğne yaparlar sabaha kadar Tanju Akın’ı dinlerdi. Akın minnettarlık duygusunu her zaman açıkça belli ederdi.    Annesi ve kız kardeşleri ise kabile büyücüsü kutsal kadınlar gibi her kapıdan çıkışta sanki onu meshederlerdi. İki çingene kadın suratına tüküre tüküre Tanju’nun asla bilmediklerinden emin olduğu dualarını, dudaklarını oynata oynata  okuyup üflerlerdi yüzüne, gözleri çakır çakırdı. Her kapıdan çıkışında,Tanju’nun eline naylO’na sarılmış ve çakmakla ısıtılarak, kaynaklanmış naylon paketi avucuna bırakırken,  sırtına vurarak,Allah’a emanet ol deyip ,gönderirlerdi,
Akınla Tanju badanacılık yaparken, Akın taklalarda karıştırırdı boyayı. Tanju, Akın usta diye seslendiğinde aslında taklada değilmiş gibi, boyacının sermayesi karıştırmaktır, derdi. Bir de şarkısı vardı Akın’ın kendini aymak için söylediği, fAsulyandan yavrum fAsulyandan, baban yesin kaymaklıdan,abisi yemiş doymamış, damada hiç kalmamış ,fAsulyandan yavrum fAsulyandan baban yesin kaymaklıdan,gözleri bayılırken malın takviyesi ile canavar gibi çalışırlardı.  Tanju’nun cumartesi pazarları  bir kaç kezlik kalfalık işinde,bazen antika restore bilgisiyle Akın’ dan da çok kazandığı olurdu Akın ve ailesi onu mazın tanımlasalar  da,diğer yandan hiç de mazın yani zengin ve yağlı olmadığını bilirlerdi. Kendileri gibi olan bu adama saygı gösterirlerdi. Ustası onu akşamları evine götürür birlikte yemek yerlerdi. Tanju böylesi zamanlarda kendini yedi cüceler gibi hissederdi. Yedi cüceler pamuk prensese ne yaptılar, hasta mıydılar O’nunla yatmak için bilinmez, Nermin Pamuk Prenses değildi,bu kesindi, sesiyle yedi mahalle yerinden oynardı ama onlar saflıklarıyla yedi cüceler gibiydiler o zamanlar. Tanju Akın’dan çıktığında eyç in etkisi başlamıştı. Cinci meydanında o uğursuz arabayı gördüğünde bacakları o kadar da titrememişti. Elinde Akın’ın ablasının verdiği paket lastiği, işaret parmağıyla orta parmağı arasındaki siyah paketle duruyordu. Paketi fırlatmak için parmaklarını hazır duruma getirdi. Kendi sokağında gördüğü siyah plakasız her tarafı yamuk timsah Reno’ydu bu. Burada da mı Kürtleri topluyordu bu tipi bozuk şey. Şimdi Yüzünü bile görmediği ama ismini bildiği torbacı Hatice’ nin evinin önündeydi, herifler malcı mıydı,yolunda mıydı? Neyse neydi, onların üstüne doğru yürüyüp caddeyi geçti. Ooh bee, yine mahalleden sağ salim çıkmıştı. Paket lastiğini çıkarıp attı, paketi büyük keyifle cebine koydu.
Eve geldiğinde Yaprak balıklara yem veriyor akvaryumda onlarla konuşuyordu. Tanju paketi O’na uzattığında hemen aldı. Paketi açarken anlatıyordu;
arkadaşın telefon etti. Adı Gül’müş,bir kardeşi varmış özürlü müymüş ne, onlar annesinin cenazesine gidiyorlarmış,  seninle konuşmak istiyormuş, Aaa bu ne güzel malmış hem de benim aldığımın en az üç misli.
Tanju epeydir Gül’ü görmemişti geçmişte kısa bir beraberliği olmuştu, Alevi ve solcu bir kızdı, demek annesi ölmüştü. Allaallah, benden başka yakınları yok muymuş, diye düşündü. Montunu çıkarırken bir yandan Telefonu tuşluyordu,Gül’ü buldu sesi üzgündü ondan başka kimse yokmuş, çünkü herkes Erzincan’a cenazeye gidiyormuş. Kardeşini bir haftalığına O’na bırakmak istediğini söyledi. Telefonda randevu yeri tespit edildi. Atlas pasajının önü, tamam. Altıda, tamam. Görüşürüz canım, teşekkür ederiz. Tamam.
Tanju oturduğu yerden kalkmadan tütün tabakasını çıkardı Yaprak da çoktan yeni enjeksiyon işlemlerine başlamıştı. Tanju sigarayı hazırlayıp yaktığında Yaprak eli çabuk bir şekilde damara girmişti bile. Tanju Yaprağın dumanını sigarayı kendi tutarak ve illaki dudaklarını parmaklarına değdirerek aldırdı. İkisi de  evlerine ilk kez bir konuk ağırlamanın heyecanını yaşıyorlardı. Akşama ne yapmalıydı, yemek olarak tavuk alınır, yanına bir pilav, bakkaldan alınan mayonezin içine de garnitür konserveyi çaktık mı canavar gibi yemek olur değil mi Yaprak dedi Tanju
Yaprak malı basmış ,tekrar kanı şırıngaya çekip flaş yapıyordu hızlıca kanı basıp, iğneyi çekti, kalemi temizlemek için mutfağa giderken,
tabii,tavuk pilav yeter dedi. Bir de Buzbağ alayım ha nefis olur ,
ben içmiyorum biliyorsun ama biraz alırım dedi Yaprak. Ardından sordu,
Nasıl bir özürlüymüş,
Tanju umursamıyordu özürü. Ne olacak ya, sakatsa oturur, gerzekse dinler. Bizden daha özürlüsü mü var, ikisi de güldü. Yaprak,
dEsene çocuk bizi akıllandırmağa geliyor,
biraz öyle.
Televizyonu açtılar çocuk ve cinsellik programında mazın giyinmiş kadın mazın psikologla konuşuyordu
çocuklukta cinsellik var mıdır efenim,
efenim Freud olduğunu söylüyor,ama bizim bildiğimiz gibi değil çocuklar mAsumdur.
Nah mAsumdur dedi Tanju. Yaprak da atladı biz geçen yıl bir anaokuluna palyaço animasyO’nuna gittik fırlamanın biri hep bacağımı okşadı,şeytan gibiydi, güzel vajaklı kız göster diye tutturdu. Tanju ,
tabii, normaldir,dedi, ya sen benim ne boklar yediğimi biliyor musun,plajlarda ront’ yapardım,yani dikizlerdim yan kabinleri.
Hah,
dedi, güldü Yaprak. Tanju anlatıyordu
Bununla kalsa iyi evde çalışan bir kadın vardı,Nebahat abla, annem sabah işe gitsin diye beklerdim, kız memelerini emdirirdi. Böyle limon gibi kalkık kalkık ama şimdi düşündüğümde köpek memesi gibi geliyor,
yuhh sapık.
Ne sapığı kızım bizde çalışan kız sapıkmış, cinsel organınla filan da oynatıyordu. Komşu gelince şüphelenmiş mi ne işten attı annemler. Sonra hep kocakarı aldılar. İyi yapmışlar seni sapık seni. Yaprak biraz da çocukça kıskanmıştı, göz göze geldiklerinde,ağzını yana eğerek cık cık cık yaptı,arkadan ekledi
sapık.
Televizyondaki program güme gitmişti. Tanju’yla Yaprak giyinip yine caddeye kadar sarmaş dolaş gittiler, caddede ikisinin de elleri ceplerinde bara girdiler, beş buçukta dedi Tanju barın sol tarafına geçerken, beş buçukta dedi Yaprak,ortadan ayrılmış barın sağ tarafına geçerken, ardından ekledi bana da bir kola söylEsene. 
Beş buçukta İkisi de barın kapısında birleştiklerinde çakır keyif sağa sola bakarak geldiler Atlas Pasajı’nın önüne.
Niye burayı söyledin ki
dedi ilk dakika geçtikten sonra
Cümle nark burada dolaşıyor. Faça olmayalım.
Gerçekten de cankiler ikili gruplar halinde önlerinden geçiyorlar, ya Yaprağa ya Tanju ya selam veriyorlardı,gözlerinde  malın var mı ne ayaksınız, var mı bir şeyiniz  soruları gidip geliyordu. Neyse  ki uzaktan Gül ve yanında güneş gözlüklü bir genç gözüktü. Merhaba dediler. Yaprak da pasajın karşı köşesinden koptu geldi. Merhaba çocuk nerede, Gül, işte bu, Murat dedi. Murat gözleri kapalı, evet evet evet,  Murat dedi.                                  
Tanju yaprağın da uyarmasıyla orada bulunmaktan rahatsızdı. Yürüyelim mi dedi. Yürümeğe başladılar. Tanju Murat’a dönüp güneş gözlüğü zor olmuyor mu bu havada dedi. Hava sabahki gibi güneşli değil. Murat yanıtlamadı. Gül, doktor verdi düşüncelerinin anlaşılacağını düşündüğü için gözlerini açmıyor, yolda güneş gözlüğü takıyor dedi.  Murat eşcinseller gibi kıvırtarak yürüyordu. Yaprak yanlarında sessiz ilerliyordu. Fazla kalamayacağım dedi Gül, gitmem lazım, önümüzdeki hafta gelirim görüşürüz. Bak Muratçım dedi, dönüp seni ilk kez bırakıyorum bu Tanju, bu... Durdu. Yaprağa baktı; Yaprak, Yaprak dedi. Gül sürdürdü konuşmasını, Bu Yaprak ablan,göz ucuyla yan bakarak. Sorun çıkarsa beni ara tamam mı Tanju? Gül, Parmakkapı sokağından sapıp acele acele yürüyüp gitti, Murat dönüp O’nun ardı sıra bakıp Gül,dedi, sustu. Hiç konuşmuyordu. Tanju açtı sözü önce, Tavuk yer misin, tavuk alacağız şimdi, sever misin. Tavuk hanuum. Diye yineledi Murat .Yaprak güldü, belki horoz bey de olabilir ama değil mi Tanju. Murat Yaprakça baktı ,e’lerin üstü açık ve kalın biçimde, belli olmaz belli olmaz, dedi   ve ekledi Yaprak hanum, ben tavuk hanum istiyorum. İsmi bir kerede ezberlemişti. Kasaptan içeri girdiklerinde yan yana duran tavuklara hayretle bakıyordu Murat, Yaprağı hemen ablası yerine koymuştu,gül, gül dedi heyecanla, bak tavuk hanum, bak bu da tavuk hanum. Kasap güldü, Tanju da onlara katıldı, ağbi bize bir tavuk hanım şöyle güzellerinden, namuslularından,  kötü alışkanlığı olmayanlardan. Tavuğu alıp, alışverişi yapıp eve gittiler. Murat iri gözlerini açarak bakıyordu,balıklara evdeki kediye, resimlere,Yaprağa bakarken göz göze geliyorsa hemen gözünü kapatıyordu. Murat gözlüğünü çıkarmıştı,Tanju kendi güneş gözlüğünü verdi, bak ne çok yakışmış. Yaprak katıldı gerçekten çok yakışıyor. Murat meşhur lafını etti hoşuna gittiği zamanların sözüydü bu,helehelehele, mak loy loy. Neymiş,dedi Yaprak, mak loy loy muş,dedi Tanju. Murat devam etti, tren gelir hoş gelir, mak loy loy. Üçlü ya da Garbis’le birlikte dörtlü çok mutluydu. Tavuk hanum pişmeğe başladı. Sadece tavuk değil buzdolabındaki sucuğun da hanım olduğunu ekmeğin de hanım olduğunu ama zeytinin bey olduğunu öğrendiler, arada sırada Murat durup hızlı bir konuşmayla,çamşır yıkadım, çamşır yıkadım aman ellerim koptu çok yoruldum çok, deyip yine huzurla oturuyordu.Çamaşır yıkamayı çok seviyordu  çamaşır makinalarına hele otomatik olanlara bayılıyordu onun için gizemli komik makinalardı bunlar,esrerengiz dönümleri her otistik gibi daayanılmaz bir kuvvetle çekiyordu onu. Topkapı hurdacılar çarşısına musluk almaya gittiğinde Tanju makinaların Murat için önemini iyice kavramıştı. Muslukçunun önünde gördüğü çamaşır makinasının önünde esas duruşta durup bak Tanju çamaşır makınası dedi,tam gidecekti ki yanında diğer bir makkinayı gördü bak çamaşır makinası, yanında bir tane daha, bak çamaaşır makinası,onlarca makine vardı bak çamaşır makinası,her yeni makina adeta onun için yeni bir dünya gibiydi. Tanju onunla birlikte makinanın yanına gidiyordu ve o her kezinde bir önçeki makinayı unutup yeni birini inceliyordu; bak çamaşır makinası, satıcı bile onlara bakıp güldü, anlayışlı adamdı ne güzel özürlü bu dedi Tanju gözlerini açıp kapayarak eevet dedi,akşam yaprağa anlatııyordu yaprak çamaşır makinası gördüm,  bir, bir, bir çamaşır makinası, makloy loy çamaşır makinası. . .
O gece Camgöz ile Mualla’nında çıkıp geleceği tuttu. Murat gözunde gözlukleri kaşınıyordu,yorulmuştu,  bir çok otistikteki kaşınma onda da vardı. Mualla bakınca gözleri kapalı olduğu hissedilen guneş gözluklu kaşınnan muratı görince aa bu malcıyı da nereden buldunuz dedi .Yaprak la Tanju nun aklına  böyle bir şey gelmemişti ikisi de guldu,gerçekten eroin kullanmş biri gibi kaşınıyordu.Tanju, o malcı değil abla  deyip  kısaca durumu anlattı .Mualla yok yok malcı diye yine de ısrar ediyordu İlk anlarda Camgöz de mualla da pek anlamamıştı. Gözleri ne güzel değil mi dedi Yaprak. Mualla ekledi, görünmüyor’ ki anam, kara gözlükten, Yaprak gözlüğü çıkardı,  Murat gözünü kapadı, kaşınıyordu,bak ablana, Murat zorlayarak deli gibi gözünü açıp tekrar kapadı. Mualla, benim de gözlerim küçükken yeşildi,deyince Tanju’yla Camgöz bakıştı, yine başlıyor muydu tartışma. Ve Murat günün lafını etti,
belli olmaz,belli olmaz.
Ne diyon be salak dedi, Mualla,ardından Tanju’ya dönüp, iki deli yetmiyodunuz üçüncüyü mü topladınız.
Mualla bir daha renk tartışmasına girmedi. Akşam çalıştığı birahanede olması gerekiyordu Camgöz ile birlikte gittiler.
Murat ın bulunduğu hafta içinde Tanju Murat’ı havuza götürdü, Yaprak,sudan nefret etmesine karşın muratla birlikte suya girdi yüzdüler. Akşamları bara birlikte gidiyorlar Murat yaprağın kavalyeliğini yapıyordu. Birlikte dans ediyorlardı. Murat Yaprağa bağlanmıştı. O’na Gül diyordu. Bir hafta geçti kendi yatağını yapmayı öğrendi, evdeki çamaşır makinesi kullanmayı öğrendi. Otomatik makine çalışırken, sandalyesini önüne çekip oturuyordu. Keyifli keyifli şarkısını söylüyordu, mak loy loy, mak loy loy.
Murat ablası ile yine Atlas pasajının önünde buluştu. Tanju’yla Yaprak, görüşürüz Murat yine gel, dediklerinde yanıtı açıktı;belli olmaz belli olmaz.
yine kıçını kıvırta kıvırta gitti,giderken ablasını görmenin mutluluğundan şarkısını söylüyordu, tren gelir hoş gelir....
İkisinin de içi bir kırıktı alışmışlardı Murat’a .Murat ikisini de birbirine daha çok bağlamıştı. Yine barlarına gittiler. Tanju yine bara girince ayrıldı,ikisi de neredeyse sabah sabah eşek gibi içmişlerdi. Tanju yaprağı gördüğünde kendi başına dans ediyordu hadi dedi eve gidelim karnım çok acıktı. Yaprak itiraz etmeden geldi ikisi de daha mis sokağı geçip kendi sokaklarının başına  geldiğinde Beyoğlu ekipler amirliğinin tüm ekip arabalarını gördüler Tanju’nun İstanbul bey dediği araştırmanın 34 bey plakalı eski beyaz Reno’su dahil sokağı kapamışlardı, kimlik göstererek giriliyordu sokağa.
Yaprak önce irkilmiş se de üstünde kalemi ve malı olmadığı için kimliğini gösterip geçti ikisi de, ne olmuştu Tanju’nun tam apartmanın karşısında kalabalık birikmişti. Bakkal kapalıydı. Ne oldu dedi oradaki kalabalıktan birine, Fırat’ın arkadaşlarından biriydi, Fırat’ı vurdular dedi adam. Ne dedi hayretle öldü mü? Hastahane’ye kaldırdılar. Bir iki saat sonra gördüğü Samo’dan öğrenecekti işin aslını daha önce Fırat’ın gayrı meşru işleri sırasında cezaevindeyken O’na bakan adam şimdi çıkıp Fırat’ı vurmuştu çünkü Fırat O’nun karısıyla yatıyordu. Vurulmuş ve teslim olmuş. Ne oldu bu aileye ne laneti bu diye düşündü Ama kafasındaki takıntı iyice yerleşiyordu aşka ihanet edeni Allah affetmez. Evde Murat’ın yalnızlığını duyumsuyordu ikisi de .Televizyon izliyorlardı. Türk filmlerinin meşhur tecavüzcü Coşkun”u vardı. Klasik olarak esrarını göstere göstere alıp pis kahkahalarla kıza tecavüz ediyordu. Oysa bunun gerçek halleri vardı sokakta, Canki Murat, Piç Veli,Karga Salim gibi karakter fukaraları varken tecavüzcü Coşkun çok kötü bir taklit değil miydi. Bu herifleri sabah akşam görüyor içine fenalıklar geliyordu zaten şimdi kötü taklit Coşkun vardı TV de. Yüksek sesle düşündü herkes de esrar içenlerin böyle herifler olduğunu sanacak,yine de ülkece en sosyolojik sonucumuz bu Coşkun  valla dedi. Yaprak ekledi medar-ı iftiharımız yaa. Akşama doğru sokakta bildiği çığlık yükseliyordu, Fırat’ın karısı yarıyordu ortalığı; gitti, gitti, gitti aslanım gitti. Belliki  ceenaze seelam için sokağa gelmişti hemen kaldırıyorlardı işleri çabuk bitmişti demek hükümetin cesetle. Kapının önünde homurdananlar ve anlamsız iç sıkıcı  karışıklık ikisini de germişti içeride esrar içerken Tanju eline kuranı aldı. Her şey Allah’ın sayesinde oluyor dedi Kuran’ı açtı.
yine yunus süresiydi .saydı bir iki üç üçüncü ayetti her şeyi açıklayacak olan bak dedi yaprağa bu gerçek değil mi,okumağa başladı
“De ki: “Allah dilemedikçe kendime bile,ne zarar,ne de bir fayda verecek durumda değilim. Her ümmetin helâkı için bir süre vardır. Bu süre geldiği zaman artık bir an geri de kalmazlar,ileri de geçemezler.
De ki:”Allah’ın azabı gece veya gündüz gelirse söyleyin bana ne yaparsınız?”Suçlular bunlardan hangisinin acele gelmesini istiyorlar
Bu azap meydana geldikten sonra mı Allah’a inanacaksınız?O vakit size:”şimdi mi iman ediyorsunuz?”denecek. Halbuki siz O’nun mutlaka gelmesini isteyip duruyorsunuz?”
Sonra o zulmedenlere: Ebedi azabı tadın denilecek. Vaktiyle kazandığınızdan başka bir sebeple cezalandırılacak değilsiniz
O azap gerçek mi diye senden sorarlar. De ki:Evet. Rabbime yemin ederim ki, o elbette bir gerçektir. Siz onu önleyemezsiniz.
Yaprak sure okunduktan sonra sustu, gerçekten ben de kurandaki yazılanların, o an okuduklarımızın şimdiyi anlattığına inanıyorum çünkü kuran ölümün  değil haya tın kitabıdır,sonra durdu,yalnııız,dedi,evet yalnız oiye sordu Tanju elinde çift kağıtlı ile kuran okuyorsun be adam abdestin mabdestin var mı o da hak getire,Tanju yok kızım ben putperest değilim muran okumak içinder müzemmil suresinde kurandan kolayınıza gemeni okuuyuunuz diyor,bence bu kolayına geldiği durumda oku anlamına da geliyor yok arapça oku yok abdestli ok yok şöyle böyle oku derken kimse okumuyor hem sonra ben vaftizli hiristiyan sayılırım hoş hazreti ibrahim müslümün olduğu gibi ben de tanrya teslimim ben de müslümanım günahım neyse kabulum,ama kuranı tapılacak bir nesne  gibi görmüyorum içindeki bilgi şifadır allahın bize lutfu hediyesi nimetidir ama salt kitap anlamında bu da matbaade basılıyor basarlarken ofset işçileri çatır çatır osuruyor,sikleriyle oynuyor bence .Basılı matbuat anlamında sadece bir kitap kıymet anlamında ise ışıklı bir mucize.Yaprak yan yan cık cık diyerek baktı gülümsüyordu alem adamsıın be sapık dedi.Tanju devam etti cıgara yı çifteme sıra bende.Cıgarayı öldürelim de çıkalım ha,olur.Çıkarken yine tanju yarım saat anahtarını aradı,yaprak da homurdanıyordu bir de kadınlara geç hazırlanıyor derler.Biliyor musun, dedi tanju, kapııdan çıkarken sıkıntıyı yok etmek için Rus yahudileri kapının önüne sandalye dayayıp on dakika otururlarmış böylece benim gibi anahtar unutma gibi saplantılarımdan kurtularmış,Yaprak açık Kapının önünde apartman koridorunda sıkıntılı  sıkıntılı neredeyse volta atıyordu, hadi hadi artık, içim sıkıldı çıkalım.Bara gittiler Tanju gece on iki de geldi. Köpek Tomi memelerini lıngır lıngır sallayarak Yaprağı getirdiğinde sabahçı barlar kapanıyordu .
Tanju tatil sonrası ilk gününe başladığında sakin güzel bir iş günüydü,Yaşamının ağır vakalarla gittiğini farketmişti; sanki bir yandan hiç kimse hiçbirşeyi hafife almyor,diğer yandan hafif meşrepliği ve hafifliklerini ağırdan satıyorlardı.Birlikte çalıştığı insanlar sanki akşamları Finlandiya da yaşıyormuş gibi Tanju’nun mahallesinden ve çevresinden habersiz yaşıyorlardı onların amacı ne yapacaklarını bilmeden salt paraydı. Tanju biliyordu ki bu iş yerinde kimse parası az da çok da olsa Tarlabaşı’ndan ev almazdı. Çünkü sınıfsal olarak gocundukları vardı. Kimse gecekondudan çıkıp Tarlabaşı’na gelmezdi ki kendilerini Bahçeşehir, gibi şehir dışına yapıştırılmış adı belli olmayan ama fahişe ve büyük torbacıların çoktan keşfettiği şehir betonlarına vurmak daha mantıklıydı. Yine de demek zengin fahişe, ünlü büyük torbacı olmak önemliydi. Bahçeşehir’den birilerine yaptığı satış yüklüydü;Denizli’den İstanbul’a yerleşen hali tüccarları evlerini çingene çüküne benzetmişler, renkli renkli altı kaval üstü şişhane fakat çok pahalıya döşemişlerdi. Tanju yüzdesini aldı adamlar da mutluydu. Yine de çocukları Dolapderedeki hapçıların çocuklarından daha iyi giyinmiyordu.
Bahçeşehir şirket,halı tüccarları derken günü yemişti yine akţam ţirketin arabasý ile geldi eve. Yaprak yoktu o da kravatını ve takım elbisesini çıkarıp,montu ve siyah kot pantolonuyla bara gitti. İlk bardak birasından sonra Yaprak telaşla geldi. biliyor musun dedi Can ölmuş,Tanju şaşkındı, nasıl yani. Yaprak Tanju’yu çekti  koluna girip tuvaletlerin önüne getirdi. Dun akşam bizim çocukların evine gitmiş temizdi basmış ölmuş işte, Eyç taklasında Tepebaşı’nda bir inşaatta bulmuşlar. Beni arayorlarmış Tanju’nun paranoyaları çalışmıştı çıkalım mı ?Yok canım dedi Yaprak düşünceli ve ardından ekledi aman keşke söylemeseydim parO’nayan tuttu yine. Can O’nun istiklalde sinyal yaptığı arkadaşıydı ve işler boka sarıyordu Tanju’ ya göre. Ertesi sabah uyandığında Yaprak uyuyordu o gün işe geç gidebilirdi. Tanju’nun uyandığını duyan Yaprak da uyandı,Ne yapıcaz yaa,altına işemiş çocuklar gibiydi,yataktan kalkamıyordu.Gözlerini kocaman açarak yanıt bekledi Tanju’dan. Tanju mutfağa gidecekken durdu. Akvaryuma baktı. Bugün seni allıyoruz, pulluyoruz, bende para var,araba da var seni güneye postalıyoruz .Yenişehir’den iner zıplarız gerçi Fırat meselesinden buraları da sakat ama. Yaprak, evi aramam lazım dedi. Evi tuşladı. Babası pek bir şey anlamamıştı, arkadaşlarla tatile gidiyordu,kafasını dinlerdi,belki dönunce okula yeniden başlama fikrine bile yakın olabilirdi. Aile de okey vermişti. O gün sabah birlikte çıkıp gittiler Yaprak otobüse bindi güneş gözlükleri, nadiren giydiği etekli pembe giysisi ve külotlu çorabıyla şeker gibiydi. Tanju otobüse binerken lafı yapıştırdı,Gülü güle güzel vajaklı kız,baktı ve güldü otobüsteki yerine yerleşti. Yaprak, gitti.
Bölüm VII
Tanju’ya barda soruyorlardı Yaprak nerede,bilmem diyordu günüye inmiş. Gittikçe sorular azaldı. Yaprağın gidişi iyi olmuştu. Fethiye’den haber geldi haziran başlarında Oradaymış bir rok barda çalışıyormuş. Kitabını yazmış. İçinde kendi de varmış ama kendisi başka bir isimle de olsa romanda ölüyormuş. Güldü, olabilir dedi. İçki içtiği zamanlar yaprağın iri kara gözleri içine yapışmış gibi oluyordu. Düşünerek içtikçe tam zom oluyordu. Haber geliyordu kargaların yanındaymış,başka zaman başka bir haber karga sevgilisini ailesine ihbar etmiş,kızınız parayla çalışıyor diye. Tanju normal karşılıyordu kızcağız o herife fazlaydı. Tecavüz Coşkun’un gerçek ve iğrenç hali, Allah’ım dedi güzel yarabbim bu böcekleri fareleri yarattın hepsi bi’ boka yarıyorlar ama şu karga ibnesini niye yarattın,sonra sakinleşiyordu bu ibnenin de bi işi var demek dünya düzeninde ,züğürt tesellisinin ağababasını yaptığını da biliyordu. Ve Karga’nın sevgilisi Tuğba yanında bir kızla, Melekle, çıktı geldi Melek çok az konuşan gözleri mavi yeşil badem gibi oval yuzune yakıştırılmış guzel bir kızdı.Tanju’nun oturduğu evin eski kiracısının ağabeyi olduğunu söylerdi barlarda yeni yeni gvörulmeğe başlamıştı,annesi bir meyhanecinin metresiydi,ablası da bu metreslik işinden etkilenmiş kırk yyılda bir yattığı kocasını altadatan bir kadındı,burunlarından mıl aldırtmazlardı.Yaprakla da zaman zaman göruluyordu o da ehli keyf di,henuz hastalık duzenine girmeden eyç alyordu. Tuğba para çıkardı, esrar aldı O’na Tanju, sigarayı içerken çantasını açtı Tuğba ve Yaprağın yazdıklarını getirdi. Al bakalım dedi biraz yamuk bir gülümsemeyle. Bu yaprağın yazdıkları, sana göndermemi istedi. Duymuşundur, Karga götü annemlerle aramı bozdu eve dönüyorum her yerdi beni arıyorlarmış olan okula oldu. Bir daha beni üniversiteye göndermezler yazık oldu üç seneme. Tanju yanıtlamadı. İçi kırgındı, üzgündü, ne diyebilirdi. Tuğba yine gülümsemeye çalışarak seni sordukları zaman da öldü diyor Yaprak. Kafayı yemiş o, kızım dediTanju. Temiz mi bari? Temiz temiz , dedi Tuğba, top gibi oldu yanakları...
Tuğba Bolu’ya döndükten sonra,içindeki sıkıntıyı gidermek için yapmayacağı şeyi yaptı Songül’ü aradı, Buluşacaklardı  b irlikte oldukları zamanlarda gittikleri cankurtarandaki  balıkçı lokantasına gideceklerdi.Her çıkışlarında aranır aranır bir restoran bulamazlardı. .Tam restaronı bulmuş arabadan inecekken songul burada bizi görurler deylince yine başka bir restorana giderlerdi..Bir kez iki saat restoran aramışlar ve cankurtarandaki bu balıkçı restoranına artık songul biraz da açlığın etkisiyle hhiçbirkulp takamaz  olmuştu.  Tanju mıs sokağa gitmek için çıkıp köşeyi dönerken evin birinde şir çingene akşam gideceği    pavyO’nadki çalışmasını için prova yaparken mahallenin içini yakacak denli duygulu bir taksim geçmeğe başlamıştı yukarıdan gözune vuran guneşi bertaraf etmek için başındaki guneş gözluğunu gözune indirdiMuzisyen çingenenin çocfukları yokuş başında halı yıkalan kadınlardan akan suyun çukurda toplanmış su birikintisiyle oynuyorlardı.bir an aklına kuçuk defne geldi,gayrı ihtiyari yukarı baktı, elektrik teli filan yoktu çocuğun başını yavaşça sivazlayıp geçti.Mis sokağa girdiğinde her zaman O’na sinyal yapantinerci sevimli kıl mahmutu gördu.Mahmut kıl dı çunku her boka bir bahane bulur kıllık yapardı.verilen parayı bile eski didiye almaz insanın arkasından zırıl zırıl ağlardı.,bu kez ağbi bana top alsana gufteli  zırıldamağa başladı,Tanju çaresiz ara sokaktan O’na ucuz pilastik bir top aldı rulo  yaptığı parayı alalacele pantolounun sol arka  cebine  sıkıştırdı.
Meydanda songulle buluşup cankurtarandaki o restorana gittiler içkilerini içtklerinde yine gözleri birbirine yapışmıştı. Hesap zamanı geldi Tanju elini cebine attı yoktu oysa cuzdanını yanına almıştı,ne olmuştu paraya ... kıl mahmut...Paramı kıl mahmut almış demesiyle songul patladı,sen kendini jigolo mu sanıyorsun ben sana çoluğumun çocuğumun parasını yedirmek zorundayım Tanju’nun çok ağırına gitmişti bu sözler.Hesabı songul ödedi arabaya bindiklerinde hava biraz daha ısınır gibi olmuşsada galata koprusunun ustunde songul Tanjuyu evine göturme fikrinden vazgeçti.Songul ben buraon gidiyorum sen taksime gidiyorsan sana uygun olan noktada in karköyde sağa yanaştı dumduz önune bakıyordu.Tanju indi.Söyleniyordu bir daha songulle göruuşmedi.eilişkilerini kimse bilmiyordu ve bu hikaye burada bitmişti işte
Gunler Yapraksız geçiyordu yaz mevsiminde İstanbul boşalmıştı işleri de yavaşlamıştıYaprağın kitabı için söz verdiği girişimleri yaptı yayınevi sahibi arkadaşı ile göruştu,o da beğenmişti kitabı biraz dağınık ama toplarız dedi ekime kasıma çıkartırız.Tanju bu işten keyifliydi.yaprağın varlığını yaprağa ispet edecekti.Ama o eroinman odlmakla yazar olmak arasında bir tercih yapacaktı.Tanju kuçuk İstanbul dışı kaçamaklar yapıyordu. En çok da kuçukluğunde vahşi denizinden kortuğu midye ye ye da yeni adıyla kıyıköye gidiyordu. e oradaki doğa ve tarihi eser katliamına uzulmeden edemiyordu.Son sadabat dersi olarak görduğu kıyıköy deresinde saalerce kurek çekilyor manastırın önunde tek kağıtlısını içerken,yaprağı daha yoğun duşunuyor muthiş özluyordu.Sonbahar olduğunu ve insanların dönuşe geçtiğini sokakta görduğu cankilerden anlamağa başlamıştı.gunal,mehmet çifti olimpostan gelmişlerdi.ne kadar muptezel tokatçıo.alkolik varsa yavaş yavaş istiklalde yerini almış,polisler işe yaradıklarını duşunup kendilerini daha bir adam sanmaya başlamıştı.Tum oyuncular tiyatroya gelmişti.Çok geçmedi  yaprağın eski arkadaşı findik Tanju’nun kapısında bol içikili durumda gözuktu.kapıyı çaldı hadı lan kalk gidiyoruz bizim kız gelmiş barda seni bekliyor.Fındık alem kızdı Tanju giyinirken bir kutu bira daha almıştı.Kafayı bulunca O’na bakan erkeklere gider merhaba ben Fındık dedikten sonra memelerini gösterirdi; bunlarda memelerim...Tabii bakan çocuklar ne halt edeceklerini şaşırırlardı.Findik ve Tanju alelacele bara gittiler Tanju yapr ağa sıkı sıkıya sarıldı.ikiside birbirlerini özlemişlerdi.Yaprak O’nunla biraz daha çekingen daha eleştirel konuşuyordu.Akşam yemek için eve geldiklerinde Tanju seni çok özledim telefon bile etmedin deyince Yaprak lafı değiştirmişti bir kararlar almış gibiydi.Tanju bu arada boş durmamış yaprağın kitabını kitaplaştırmak için çabasını göstermişti kitap dizilmişti baskı aşamasına yakındı.Kitabın neredeyse hazır fistik dedi ve yan gözle bakarak ekledi editörun de tam karanfil ha fıstık gibi çalış kendin pişir kendin ye .o da Tanju’nun yuzune biraz kırgınca baktı ama kibanın basılmasıı haberinden  hoşnut kaldı,çok heyecanlanıyor,bir an önce kitabını görmek istiyordu.Bu haberi kutlamak gerekirdi.Yavaş yavaş kapaktaki eyçi kaynatırken yan yan bakışlarla iğnesini hazırladı,sen de istermisin ,evet,ama biraz balta bendeki kalem ,olsun,çamaşır suyuyla temizle yeter..Yaprak kendine iğne yaptıktan sonra Tanjuya da iğnesini yaptı..Yaptıktan sonra mendille temizleyip öptu.Konuşmadılar.Tanju kolundaki turnike olarak kullandığı kemeri pantolO’nuna taktı  çantasını hazırlayan yaprağın ensesinden bir öpucuk alıp sarıldı ,Yaprak,,Yaprak çömeldiği yerden Tanju nun boynuna sarılıp hiçbir şey demedi.  Gözleri ağırdı yoğundu. Yaprak o gece kendi evine gitti, kapdıdan çıkarken yaprağın kıç cebinde görduğu metalik renkli kelebek çakı yine Tanju’nun içini deldi. Ne tatlı  bir hatundu bu yarabbim...Köpek tommiy onu cadde başına kadar geçirdi yine hamileydi memeliri lıpır lııpır sarksa da yaprak erkek isimli hemcinsi tatlı köpek arkadaşının gelmesinden çok hoşnut  göruyordu..
Tanju her ne kadar ilgilenmiyor gözükse de yaprağın kendine karşı takındığı eleşturel tavırdan kırgındı. Üstelik gerçekten birisiyle birlikte olması onu ilgilendirmiyor gözükse de bu ne kadar gerçekti.

Bölüm  VIII


O gece Tanju bir düş gördu Mersindeydi, halasının kızıyla birlikte Kıbrıs çıkarmasında Akdeniz gemisiyle  akdeniz gezisine çıkmıştı.Mersin geceleri leş gibi nemli,karanlık bir şehirdi.Düşünde biraz Haydarpaşa limanı gibi bir yerdeydi, sanki kıyısı nda yatır gibi bir şey vardı, denizinde barakudalar, et yiyen ,vahşi pirana irisi canlılar vardı. İğneadanın ünlü liman babası gibi bir yatır onu hep irkiltiyordu.
Liman baba liman inşaatı sırasında türbesini yıktırmamış bir çok dozerin kepçesini dozercinin kıçına sokmuş kırılmasına neden olmuştu.Liman baba da Mersinde miydi., hayır ne işti peki ,düş bu işte  bu kez Mersindeydi. Kız kulesi Mersindeki  Kız Kalesi, Akdeniz gezisindeyken gece geminin güvertesinde uyuya kalıp sırılsıklam nemle uyanışı yapışkan ve korkunç bir yalnızlıkla boyanmış   mersinde kıyıda bir kadın vardı. Yaşı belirsiz, şişman, çiçekli başörtüsü sıkma yapılmış,üstünde küçük küçük mavi pembe bebekli pijamalarla elinde beyaz bir bez yıkıyor ve Tanjuya geçmiş olsun  şimdi mersinden bir ölun var diyordu.Butun kış alkol ve eyç terini emmiş battanıyasi dudklarına değmişken uyandı bulutlu bir sonbahar gunu kasvet verici bir karanlık içini sardı. Bir sure tavana baka kaldı içi bira kokuyordu akşam sıgarasının etkisi hala kafasındaydı eyçin sakın diriliği hala ustundeydi.Aklına ibrahim ağbi geldi mersini aramalıydı, O’nun birlikte oynadığı şimdi kocaman olmuş çocuklarından birene mi bir şey olmuştu.yoksa firlama ibo eyç taklasına mı gelmişti. Baş ucundaki telefonu çevirirken du daklarının arasına bir sigara yerleştirdi. İlk çalış bir iki evet,sebahat abla,ben Tanju, Tanju nerelerdsin yaşıyor musun ya kusura bakmayın köt bir rüya gördüm hepiniz iyi misinz yaşıyor musunuz? İbrahim’in karısı Sebahat biraz meraklı bir gülüşle ve Antakya şivesiyle; hayırdır, dedi .Tanju, özür dilerim, diye başlayıp düşünü anlattı .Ölü görmek diriliğe alamettir, kararını verdiler; çocuklar büyümüş, başarılı bir okul yaşantıları varmış.Selamlar alındı, verildi. ibrahim nöbetteymiş sonra ararmış.Telefonu kapattığında kendi kendine söylendi,ulan ne manyak adamım ben rüya üstüne de böyle bir telefon edilir mi, uğursuzluk taciri gibi, tövbe tövbe,yeşil büzüklü evliya sandım kendimi,yalnızlıkan ufak ufak sıyırmaya başladım galiba.
Tabii öyle, uyuşturucu işte.Tanju rahatlamıştı. O Cumartesi öğlenden başlayarak birasını başladı.Barda Yaprakla editörünü gördü  artık ilişkileri başlamıştı,anlayamadığı bir biçimde daha çok içmek istiyordu,bir ara eve gidip esrar içip, yemek yiyip tekrar döndü, gece onikiye yaklaştığında kendini başka bir bara attı. Yeni açılmıştı bu bar üstelik yaprağın arkadaşlarından bir kız işletiyordu bir sürü tanıdık vardı bu barda da ustelik bira daha ucuzdu.Kapıdan bir kadın girdi.Bar tazgahının köşesinde yorgunluktan tek ayağını dinlendirerek indirip kaldıran Tanju kadını inceledi siyahlar giymiş mini etekli gözleri yorgunluktan  çingenelerin dediği gibi lombaklamış,   ,neredeyse kurbaga gibi şişmiş  esrar ve alkol sarhoşluğunu bağıran bir hatundu bu. Bira musluğunun önünde duran  anjunun yanına geldiğinde alkolldan artık iyice gevşemiş Tanju lafı yapıştırdı akşam şerifleriniz hayırlı olsun efendim. Kimsin sen de be, diye bir ses geldi kadından, Tanju kadının yüzüne bir kez daha baktı, tek gözü şaşı derecesinde kayan bu kadın ne terbiyesizdi, sarhoşken bile herkese siz li bizli konuşan Tanju sinirden biraz titreyerek, ve kibarlığını korumağa çalışarak ben Poseidon’un üvey oğluyum dedi siz sanırım zeusun sikmek için kovaladıklarındansınız bu arada   Dionisos’la karşılaşıp tanrı dedikodusu koymuş gibisiniz, kadın bardan O’na uzatılan biranın parasına ödemek için çantasını açarken dudaklarının kenarıyla güldü ani bir dönüşle bir kez daha baktı Tanju’ya. Tanju bu bakışı tanıyordu. Semranın bakışıydı bu.
On beşgün sıkı bir aşk yaşadığı Semla, Asu’yla birlikte çalıştığı zamanlarda  buroya gelen patronun akrabalarından bir adamın talha abinin karısıydı.Talha ağbi muhasebe burosu günlerinde başka kadınla evliydi Birge abla ve oğlu Veli dayısının komşusuydu. Semla Talha’nın ikinci karısıydı. Tanjuyla tanıştığının ertesi günü eve kahvaltılıkları ile gelip kahvaltı sonrasında sevişmeye başlamış bir iki haftalık ilişkilerinde Tanju’ya evlenme teklif etmişti. Alman  kültür Derneğinde çalışan iki dil bilen Semla’nın geniş bürosunda kapıcının süpürge seslerine çığlıklarını karıştırarak sevişirlerken telefon çalmış kocası  Tanju’ya eğer karısı yanındaysa hiçbir sorun olmadığını söyleyip telefonu kapamıştı. İlişkisinin yasak olduğunu zanneden Tanju şaşırmıştı ve Talha, ben ilişkisinizi biliyorum, karımla senin birlikte olman beni rahatlatıyor, demişti. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir başka zamanda bir başkasıyla seviştiği hem kendi, hem yanındakinin sesinden anlaşılırken, Semla, telefonda o sikintirik sesiyle, Tanjucum Talha’ya sakın seninle olmadığımı söyleme  bir iş görüşmesindeyim demişti. Tanju kadını sevmeye başlamışken kendinden de o kadından da cinsellikten de iğrenmiş bir hafta mastürbasyon yapamamıştı. Oysa her sabah kalktığında mastürbasyon yapmadan işe gitmezdi. O’na göre mastürbasyon bir cinsellik antrenmanıydı.
Şimdi bardaki bu kadının  bakışları Semla’nın bakışlarıydı O’nun gibi feminist kılıklı, orospuluğuna  politik söylem karıştıran bir penis vampiri ile daha mı tanışmıştı. O gece barda bir süre sonra aynı masada oturdular sonra kadın annesinden söz etmeye başladı, annesi hastahanede komadaymış, oradan geliyormuş, sağ tarafı felçmiş, Annesi  beyin kanserinden ölen olan Tanju durumun çok iç açıcı olmadığının farkındaydı. Kadını sakinleştirmek için O’na, üzülme Tanrı anne, dedi, her şey düzelir.O gece dans ettiler çok daha önceki yıllardan ortak dostları vardı , neredeyse akraba çıkacaklardı derecesinde yakın çevreleri paylaşmışlar ama bir türlü tanışmamışlardı işte,kader cilvelerinden birini yapmış mıydı yapmak üzere miydi?Gece  güzel gidiyordu dans ederken ööpüşmeleri bile çok doğal ve sevgi yüklüydü ..Tanju o gece esrar içmek için Esen’i evine davet etti ,esn sürekli annesindn sözedeyor annesini görmek grektiği için hastahaneye yakın olan kendi evind kalması gerektiğini söylüyordu,belli ki o gece gelemeyeekti.Tanju ve Melek daha uzak kalamazlardı,Tanju Melek in masasına gitti ,naber dedi gülerek ne güzelsin böyle sen,Melek eroin sarhoşluğunun verdiği heyecenle hızlı hızlı Tanju Tanju Tanju dedi  gelsene, bak sana ne diyeceğim,bu gece sende kalmam lazıım kalabilir miyim.Tanju Melekin mavi yeşil gözlerine baktı şakkalarına değin uzanan badem şeklindeki bi iri gözler içini deeliyordu,,,hemen geri dönüp Esenin yanına gitti,eene yapacağız geliyormusun eEsen şöyle bir bakıp derin bir nefffes aldı bana gelirsen oluuur ama yıkanman lazım kokuyorsun,Tanju bir anlığına düşündü gerçekten bir haftadır yıkanmıyordu alkol ve eyç kokusu her tarafını sarmıştı,yine de böylesi bir teklif hoşuna gitmemişti isteksizliğin bir başka şetliydi.O gece geri dönüp Melekin yanına gitti kalk fıstık gidelim dedi. Melek bir düşte gibiydi  kalkıp Tanjuyu  yanaklarınnnnnndan öptü, kulağına eğilerek giderken ağabeyimin barının önünden geçmeyelim aradan dolanalım tamam mı dedi, tamam İmam Adnan sokağından aşağı sözülüp eve gittiler.Tanju   eve girer girmez çarşafların çıkarıp bir sıgara yapmaya başladı İkisi de yatağa uzandığında Melek kedi gibi Tanjunun içine giriyordu,Tanju dumanı Melekin dudağına götürdüğünde hayır hayır dedi Melek ben esrar içmem bende sinir yapıyor,nasıl yani dedi Tanju basbayağı,içince camdan iceri adamlar giirecek  bize saldıracaklar annemler kapıyı çalıp bizi basacaklar gibi geliyor bana ne bileyim sinirlerim bozuluyor işte.Tanju güldü tamam tamam deli kız dedi ne yapalım var mı bişeylerin yapsana bir çıtır saldırganları durduralımPRIVATE ,Melek şırıngaları hazırlayıp bembeyaz tertemiz koluuna damar görünmediği halde büyük bir sakınlikle iğnesini yaptı.Tanju yatakta uzanırken  acımaz inşallah güzelim deyip aynı sakinlikle onada  girdi ve kolundan öptü.Tanjuya sarılıp onu okşuyor annesinden ve son sevgilisinin onu aldatmasından sözediyordu.Gece sevişmeye başladıklarında Tanju mutluluk içndeydi.Bu güzel tanrıça göğüslerini emerken kadınların memeleriyle erkekleri nasıl yere yapıştırdıklarını bir kez daha farketti Aralarındaki yaş farkı onu korkutuyordu bu kız onun zehirli çiçeğiydi,onunla yaşacağı bir aşk başının en püsküllü belası olabilirdi.Diğer yandan amaan diyordu ne zaman yarınımı düşündüm de şimdi yarınımı düşüneyimMelekin annesinden korkuyordu biliyoordu ki kadınlar erkekleri zaten anlamaz anneler hiiç anlamazkadınlar aileleri erkekler aileleri ve yakın dostları orospular ise yyalnızca kendileri için yaşarlar.Melek in annesi tam bir kadın tam bir orospuydu,meyhaneci dostunu bir türlü içine yediremmişti.ama kendini satmak yaşama biçimi olmuştu,fıstık gibi kızı  çulsuz tanjuya bedavaya gidiyor diye üzülüyordu, bu eski trakya kaşarının kızını tanuya uygun görmeyeceği bir gerçekti.Tanjuyu hnasıl anlayabilir diki o parayla yatan bir kadındı. .İşte tüm bu çözülmez denklemin düğümleri ile uğraşıyordu Melekin ılııcık vucudunun içindeyken Asu yu da anımsatıyordu ona bu kız    Bu kız yaşsız bir cadıydı belki yirmi değil yirmi bin yaşındaydı ve Tanjuya anasının örekesini tersinden gösterebilecekti.Sevişme sonrasında ikis de uuuyuya kaldılar sabah kalktıklarında yiine o meşhur tarlabaşşı satıcılarının zerzavatçılarının sesleri kulağ-ındaydı.Çocukluğunun İstanbulunu çağrıştırırdı bu satıcılar ona hep,ççocokluğunun İstaanbul yazlarında mgros arabısının ssakin sokaklardaki sesini bozardı zerzavatçılar palabıyıktılar onlar şimdi istanbulluydu apartman sahibi ve zengindi     huzurlu bağırtıları onları zengin yapmıştıKahvaltı sonrasında Meleki topkapı dolmuşlarına geçiirip balık pazırana uğradı bir bira içip alışveriş yapıp aynı yönden evine dönerken sokakta kadınlar onun elindeki dolu torbalara bakıyorlardı.Evinde bir çingene sözüm ona kanun çalıışşyordu öyle güzel öyle içli nameler çıkıyordu ki sokağın aklı götveren oluyordu.Marangoz y  avaş yavaş rende yapıyor bakkal kapı önünde sessiz ses    iz sıgara içiyordu.Bebeklerinağzını şaplatması kadar huzurlu bir çocuksu sesezlik doolmuuştu içine.kapıyooı açıp içeri girerken telefon çalmaya başladı.Tanju kapıyı hızla açmaya çalıştıkça anahtar takılıyordu neyse kapı açıldı küçücük odadaçalan telefona ulaştı alo,ooTanju bey yaşıyor musunuz?.
Esendi bu Tanju gülümsedi ,yaşıyorum ya senHastahaneden geldim bu arada biraz kubar buldum ben basmayı bilmiyorum bana hazırlayablir misin hem sohbet etmiş oluruz,bana gelsene olur,nerede ben seni ülker sokağın başından alıırım gel olur.Tanju Eseni gördüğünde ikisi de yıllarır tanışan iki çocukluk arkadaşı gibiydiler.Eve gidip hemen esrarı kağıtlara sarmalayıp basma işlemeni geçen Tanjuya Esen gülerek bakıyordu dün akşam hemen kayboldun ama yıkanmamışsısın Tanju güldü evet,bu arada annen nasıl.Hala komada,Esenin yüzünü tuttu gözlerinin içine gözlerini dikerek bak eso dedi,annenin ölüm hnaberine hazır ol Esen çenesinden onu tutmasına rağmen gözlerini başka yöne bakarak kaçırdı,biliyorum haazırım,zaten hastahanede bugun çok hisettim bunu annemle gidip konuştum beni duyuyor gibiydi ah annecim derken gözleri doldu Tanju tamam tamamam dedi bak pişti deeyip sarıldıve kaldırdıböyle daha çok ağırlık olur Esen kahkaha atıyordu yapma deli belim kırılacak. Sıgaralarını içmeye başladıklarında Esen gidip ingilterede kalan oğlularının mektubuplarını resimlerini getirdi.Küçük oğlunun okumaya başladığında ingiltereye yazdığı kartı getirdi.   Esen oniki eylül öncesi parti yöneticisi iken işkencehanede polislerin hatta tüm karakolun tecavüzüne uğramış ve artık kocasına güveni kalmadığı için başka erkeklere ilgi duyduğunu syleyip kocasından ayrılmış ingiltereye gidip bir ingilizle evlenip eski kocasını ve çocuklarını ingiltereye aldırmıştı.Otuzbeş yaşına dek içki sıgara içmediği halde otuzbeşine başlayan içki yaşamında alkolik ünvanı bile almıştı.Esararı alkolünü kesteği için kullandııını söylüyordu.Alkol etkisinde yaptığı rezaletleriyle ünlüydü.  Şimdi oğlunun kartınnına özlem dolu gözlerle bakarak okuyordu anne bak okumayı öğrendim diyordu oğlu, burada hepimize okuma yazma öğretiyorlar bana okuuma yazmayı öğrettikleri gibi diğer çocuklara da öğretiyorlar.Tanju’yu esrarın da etkisiyle müthiş bir gülme almıştı kocaman kocaman büyüklerin cin gibi küçük çocukların başında işkenceci gibi okuma yazma öğrettiklerini düşlemişti, yalım’a değil tüm çocuklara öğretiyorlarmış,gülmekten gözünden yaş geliyor Esen de ona katılıyordu yalnızca bana değil diğerlerine de öğretiyorlar ha... deyip yeniden gülüyorlardı. Esen bu gülme sırasında Tanjunun kuceğına oturmuş onu öpmeye başlamıştı bile öpüşmeleri sönen sıgaranın yeniden ateşlenmesiyle kesililiyor,yeniiden sürdürüyorlardı öpüşmeyi sıgara bittiğinde Esen bonyoya gidip şofbeni yaktı şimdi dedi beyefendi devamı için bonyo yapacaksın .Tanju zorunlu olarak banyodaydı yıkanırken Esen de soyunup gelmişti, Tanju Esene bakıp yalnızca beni yıkamıyorlar diğer çocukları da yıkıyorlar dediğinde bonyonun pencerisinden çıkan kahkalardan üst katta dul kadınlar ne düşündülerse rahatsız olmuşlar ve hemen zemin kattaki evin ziline basmışlardı biraz az ses çıkarın ayıp oluyor.  İkisi yatak odasında na giderken yine söylniyorlardı yalnızca bir daireyi tribe sokmuyor tüm apartmanı da tribe sokuyoruz ve yine kahkalar atıyorlardı..O gün sevişirken Esen aabajuru deviriyor yatak kırılıyor ikiside kahkadan sevişmeyi kesiyorlardı. Sevişmeleri bittiğinde ikisi de gyüzlerinde gülümseme ile oturuyorlardı.Bu arada Esen tüm eski sevgililerini anlattı ,tabii Tanju da ne eş ne songül kalmıştı anlatmadık zaman zaman Tanju kıskanıp sinirleniyor zaman zaman Esen sinirlenip lafı kesiyordu yine de ikiside merakla birbirlerini dinliyorlardı Tanju yeni bir sigara daha hazırladığında akşam hangi bara gidelim dediler ikisi de gözgöze geldi ve aynı anda hangi ye dediler .Gerçekten hengi bar imam adnanki tanıştıkları bardı .İkiside yine çocuklar gibi elele hangiye gidip oturdular akşam yenni başlıyordu birer bira alıp oturduklarında arkası kapıya dönük Tanju keyifle konuşuyordu kimse gelmemişti bara daha erken miydi. Ve tabii erken olmadığını kafasından aşağı dökülen bir bardak buz gibi birayla anlamıştı,Melek mavi yeşil vahşi kedi gözlerini yüzüne dikmiş bakıyordu ve arkadan bir tokat atıp hızla döndü ve gitti.Tanju şaşkındı.Esen gözüne yaşlı bir büyücü gibi bakıp aldatan altadılır dedi.Tanju donmuştu. Gülmeler hayra alamet değildir derler ağlama zamanı mı gelmişti  Esen aynı  uumursamaz büyücü bakışları ile bir Pkk gazisi olan cezminin yanındaydı.Cezmi,yedeksubaylığını yaparken PKK nın bubi tuzağına  denk gelmiş gözünü kaybetmişti.Şimdi biraz yaşama küskün buralarda yaşayıp gidiyordu. Teki cam  teki oynak bakışları ile Esene cok candan sarılmıştı,Tanju o güne dek kendisine sempatik gelen bu herifin dehşetli antipatik bir lavuk olduğunu düşündü.Vay amsalak hıyar vay dı, allah biliyordu işini, keşke ibnenin iki gözü de çıksaydı.
Olaylar ters gitmeye başlamışken içeriye yaprak girdi Tanjuyu bundan daha fazla hiçbir şey mutlu edemezdi içeriden uğultu kulaklarında tıkaç gibi ilerledi, Yaprakla sarldılar . Yaprak hemen baana bir mevye suyu alsana yaaa dedi her zamanki tavrı ile. Yaprakla Tanju oturduğunda,alaycı bir sesle,  Hayırdır dedi duş mu yaptın ,,şey dedi Tanju Melek,aagüzel bir kadın ne oldu,Melekle ne alıp veremediğiniz var, Tanju cevap vermedi Esen cezmi ile sarmaş dolaş konuşuyodrdu kalk ded i Tanju yaprağı alıp eve gittiler.
Evde saçlarını yıkarken homurdanıyordu Tanju bir de Melek çıktı kahretsin şansıma bak, tüm yollar kesişti ben birisiyle yollarımı kesiştirmek isterken herkes birlikte üstüme geliyor. Yaprak yine sessiz sessiz, iğnesini hazırlıyordu. Tanju saçlarını kurularken parmaklarıyla damarlarınu  yokluyor,damar arıyordu,androidmiyim neyim nederesiniz ya derken damara girdi pistonu geri çekti damardaydı.İğnesini hızlıca yapıp,şiringayıa aldığı suyu zevkle havaya fışkırtırken, Esenin bana benzemesi dikkatimi çekti Melek konusunda da beni sinir ettin dedi.Doğru dedi Tanju Esenin kahkahaları aynı sen, senin yaşlılığın gibi ,Yaprak kırkın bir sesle,peki Melek e ne demeli ,o da başka,dedi Tanju hiçbiriniz sahip çıkmıyorsunuz ki suçlu ben mi oluyorum yaparak başını iki yana sallayarak,kendi kendine söylendi; allahım ya nereden çıktı bu sapık , arkasına yaslanmış gözlerini yummuştu bile.Tanju herşeye karşın Yaprağın birlikte olduğu editörü unutamıyordu,biliyor musun dedi yayınevinin patronu bana bırak ya şu gençleri dedi bu hafta,bırakaymışım siz gençmişiniz, benim işim olmazmış,yaprak bir anlığına gözünü açtı onun da içine batmıştı bu yorum, amaan boşver onu sen, andropoz peezevenk.
Tanju güldü o andropoz pezevenk genç şair çocuklara da bayılıyor Her ne işse arkadaşım, ama dikkatimi çekiyor hele çocukluğunda tacize uğramış tipli depresyonlu heriflerin şair geçinmesine daha da bozuluyorum her depresyon yakarışını şair sananlar Nazım Hikmet’i görseler ona şair bile demezler herhalde mücadele ile şiir onlara göre düşman kardeş.
Yaprak alayca bir bakış ardından lafıııınnı attı., ooo beyim nedir bu şairlere takıntınız.
Yok canım dedi,Tanju, gözleri donuk donuk akvaryuma dikili İkisi de giriş katındaki evin camlarına  kırrılırcasına vurulmsıyla irkildi .Höst dedi yaprak kim lan bu manyak. Tanju yatağın üstüne çıkıp dizlerinin üstünde camı araladı Esendi gelen.
Aa, Esen bu dedi. Esen de bağırıyordu,bir yandan açın ulan kapıyı açın terbiyesizler.İkisi de şaşırmışlardı Tanju otomatiğe basıp dış kapıyı açtığında Esen giriş katındaki daireden içeri dalmıştı bile, Esen zil zurna sarhoştu, ulan eroinman orospu dedi yaprağaaa dönüp sen nasıl benim eşimi getirirsin eve ne yapıyorsunuz ikiniz? Tanju artık benim eşim, almaya geldim. Yaprak aaa dedi al kızım gülü güle kullan terbiyesiz, anında suratında bir tokat patladı Esen yaprağı tokatlamaya başlamıştı. Tanju Esen’i yakasından tuttuğu gibi, seni terbiyesiz orospu seni deyip iki elini erkeden kkelepçeler gibi yakalayıp dış kapının önüne bıraktı. Esen bir yandan bağırıyordu dışarıdan “yapma” çığlıklarını duyuyordu Tanju,siinirden nefes nefeseydi, neydi yapılmaması gereken ve camdan içeri giren taşla penceresinin tek kanadı camsız kaldı. Bakkalın önündeki kürtler duruma el koymuş Esen’i tokatlamaya başlamışlardı bile uzaklaştırın sesleri arasında Esen’in sesi soluğu kayboldu Birazdan dışarı çıktığında Fehmi’yi gördü.
Fehmi,Kimdi ağbi bu deli, kusura bakma tokatlamak zorunda kaldım köşeye kadar uzaklaştırdık dedi. Yaprak da Tanju da üzülmüşlerdi yanyana yatıp hatta daha sıkı sarılarak uyudular.
Ama gece bitmemişti birileri için.Yine kapı çaldı Esen miydi ,hayır.Camgzdü bu.Kkapıyı açtıklarında bir buldog kköpeğiyle birlikte içeri girdi.Girmesiyle birlikte göarbis evin içinde çılgın gibi koşmaya başladı.Akvaryumun tapağını düşmesiyle elktrik kıısa devre yaptı ve elktrikler kesildi.Tanju  elektrik arazasını giderip sigortayı taktıktan sonra garbisle yatağın altında ğözgöze geldiler.Ortalık sakkkınlmişti.Köpekle gözgöze geliyorlardı.Camgöz elindeki rakıyı kafasına dikip dikip içiyordu.Bunu karşıdan gelirken getirdim bana saldırdı yyolda sıgaralığımı yapmış geliyordum burnuna üfleye üfleye sohbet ettim benle geldi.Yaprakla Tanju yorguuuuuuuuuun gülüyorlardı.Mualla nedeelerde dedi kanat sarışın muallam gelmedi mi.Tepegöz irkilir gibi oldu hiç yanıt vermedi.Masaya yaslanıp emllerni avuçları içine aldı.ne o dediler kavga mı ettiniz.camgöz yenit vermedi rahatsız ettim çocuklar deyip çıktı.Yaprakla Tanju uyyyumak için hazırdılar, neredeyse yatağa devrildiler
Telefon çalmaya başladığında ezan henüz okunuyordu.Ne denli içine dokunurdu bu ezan.Çok geceler kendini mezarda bir ölünün yerniine koyar öyle dinlerdi ezanı.Sabah ezanı hep içini ısıtır yalnıılığına merhem olurdu,Müezzini de kıskanırdı,bir müezzin olamamıştı,oysa tam din adamı olack adamdı.Bir yandan da heyecanlanmıştı, daha çok erkendi bu kimdi,telefondaki ses emrediciydi, Ben polis memuru Sellahattin, burada rapor almış bir hanım var, sizden şikayetçi, sizi Taksım hastahanesine bekliyoruz. Yaprak da uyanmıştı, kimmiş?
Polis,
Polis mi, dedi Yaprak, arkasından da donuk bir sesle ekledi tüh sabahları da hasta kalkıyorum ya, burnu akıyordu,bir türlü eroin kullanımını bir ölçü altına almayı beceremiyordu.Burnunu çekerek sordu,
 Ne yapacaksın şimdi?
Hastahaneye gidiyorum ,Tanju alel acele giyinip Taksim ilk yardıma gitti. Kapıda Esen bekliyordu. Yüzü gözü şişti, kafası sarılıydı. Tanjuya sarılıp ağlamaya başladı, ah özür dilerim Tanju,özür dilerim polise tutanak tutturdum, sarhoştum ayıldığımda ne yaptım bilmiyorum, senden sonra bir bara gittim, ne olduğunu bilmiyorum. Tanju ona sarıldı.
Kapının önünde Tinerci çocuklar vardı,duummanlı gözlerini aça aça
 ağbi geldi mi abla, tamammı abla, diyorlar,donuk bakışlarla tinerlerni çekiyorlardı.Belliki bekleme sırasında can yoldaşlığını ilerletmişlerdi.
Esenle ikisi girişteki polis odasına girdiler.Polis Selahattin, geldin mi diye gülerek sordu,ardından hemen ekledi şimdi kardeşim,nöbetim bitti ben gidiyorum, bu tutanağı yırtarım ama, at bi kahve parası. Tanju böylesi tutanaklardan çok korkardı; kendini başkasına dövdürtüp polise  giden bir kız arkadaşı marijinal biryazar sevgilisini hapislerde süründürmüştü.O dava yüznden feminist kadın tarafı ile maço yazar tayfası tüm basına konu olmuşlardı. Şimdi benzerinin başına gelmesinden korkuyordu, Esen de o feminist kadınlar tayfasındandı,tıpkı yazarın sevfgilisi kız gibi ingiliz feministler gruubundandı,ingiliz feministler de en tehlikilileriydi.Hoş şu almancı olsun ingilizci olsun amerikancı olsun çift milliyetli görmemişlerden hep çekinirdi,onların yuumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmez tavırlarına hiç kanı ısınmamıştı,şiimdi hem ilngilizcilik hem sonradan çıkkma kişilik eksikyğini kapaan bir kapalı grup aidiyet duuygusundan beslenen feminizmin soğuk nefesi ni ensesinde hissediyordu.cebindeki son büyük banknotu verdi polis bakip beğenmedyse de iyi ne yapalım deyip tutanağı yırttı hadi güle güle .Esen yorgundu hadi bana gidelim deyip Tanjunun koluna girdi.Son anda senden bir ricam var annem burda bitkisel hayatta gidip bakmak istiyorum tabii
Taksim hastahanesinin önünde polis odasının camına yaslanmış beklerken esn gelip Tanjunun gözlerinin içine baktı Tanju ,Tanju anlamıştı annem...İkiside sarıldılar Esen içinden gelen bir boşalmayla ağlamaya başladı.
Anneemin yattağında başkası yatıyor ,dedi Esen.Çok ağııma gitti annem buharlaşmış gibi gel morgtan bakalım annemi son bir kez görmek istiyorum.Tanju bir on milyonluk daha çıkardı cebinden ve norg kapıcısının cebine soktu.Buuzdolabı açıldığında retinası alındığı göz kenarlarındaki kandan anlaşılan bir emekli öğretmen gördüler.ne ilginçti insan cesedi.Sanki hiç yaşamamış,  etten,değil de  poliüretandan yapılmış bir mobilya gibi duruyordu. Birbirine asla benzemeyen,  değişken ve her biri adeta bir tanrı olan insan,Ancak hastalıklar benzerdir öölüm benzerdir mongol çocuklar benzerdir Aynı olmak hastalıktır ayrı olmak ise tanrısaldır.Bir ölüye bakarken ölümün  ne denli gerçek yaşamın ne denli düş ya da düşün ne denli ölümcül gerçeğin  ne denli yaşamsal olduğunu izliyorlardı aslolan ölüm müydü ,kendileri gerçeği  gören düşlermiydi.Sözde gerçeği yaşayan insanlar düş mü görüyordu,belki düşler gerçekleri görüp hayırdır inşallah diyordu,herşeye karşın bir zamanlar tartıştığı  annesi Esenin karşısında balıkçı tablasındaki bir mersin balığı gibi yatıyordu,düşleşmiş bir gerçek,gerçekleşmiş bir düş olmuştu .
Bekçi onları fazla tutmadı hadi yeter artık dedi günühtir  ,Esen annesini öptü .İkisi de  içlerinden enerjileri alınmış gibiydi. Kol kola girdiler  ve   bitkin yürüdüller.Polis selahattin sivillerini giyinmiş elinde sabah gazeteleriyle ilk başsağlığını diledi,,cebirdeki rüşvetiyle alışveriş yapıp evine gidecekti onun için doğal bir gündü
Esen ve Tanju eve girdiklerinde Esen, haydi yatalım deyip Tanjuyu da yatırdı,birazdan sevişmeye başlayıp sabaaha kadar seviştiler.Sevişmekten Tanjunun penisi dokunlmayacak kadar tahriş olmuştu.Esen o gece çocuksu bir regresyonla dünyüyı unutmak istercesine sevişmişti.Tanju böylesi bir duruma bir eşcinselde rastlamıştı.İsmail Hakkının arkadaşı almancı eşcisel annesinin ölüm gecesi hamamacı ibonun gay klubunde sabaha kadar ssevişmişti kiralık bir tokmakçıyla..Sabahında Tanjuya uğrayıp cenaze öncesinde sevişmenin ona ne denli iyi geldiğini anlatmıştı Tanjuya.<<<<şimdi Esen de böyleydi.Kasımpaşa camiine gittiler Eseni konuşmadığı kızkardeşi ve akrabaları oradaydı.ccenaze konnusunda Tanjuya ilginç gelen gelenlerin tabut taşımayı bile bilmemesiydi.Son topraklar atıldıktan sonra ferda deli manyak bir şiir okudu annesine fatiha yerine şiir okumak da neyin nesiydi.Ölüüm bile deli karıların aklını başına getirmemişti..Ccenaze sonrası eve döndüklerinde Esenin regresiv sevişmesi yine başladı ,Tanju penisini beepantenleyip dayanmaya çalışıyordu Uyundığında dinçti.O gün huzurla işe gitti.Akşam eve geldiğinde Esende annasi yeni ölmüş biri için çok iyiydi. Bakkala gidip şarap ve peynir aldı.Evdeki esrardan bir çifte yapıp içtikten sonra yeşilcilerin yemeğine gidiyorum davetiyem yok sen beni bekle deyip çıktı Tanju sevgilisinin alldığı şarabı içiyordu ya aklı yapraktaydı. Eve telefon etti.Yaprak meraklıydı.Ne oldu merak ettim,Tutanak tutturmuşlar, parayı bastım yırttılar. Eee, dedi Yaprak ne karaktersizsin be, sen yine ona mı gittin abaza pezevenk muamelesi iyi galiba.Yok yaa dedi Tanju gülerek böyle icap etti şimdi yemeğe gitti geleecek.Bu arada annesini gömdük,anesinden bir daire kaldı Esene,ayy dEsene iyice götü kalkar artık oruspunun.
Esen geldiğinde kalk ulan eşşek kalk diyordu.Bui gece kimi gördüm biliyor musun kiimi hamdiyi,beni o getirdi kapıya kadar iiiçeri girmek istedi sokmadım. Taanju kafasında bomba patlamış gibiydi ne hamdisi  ya hamdi nereden çıkmıştı şimdi  dünya bu denli küçük müydü ,milli piyango alsa çıkmıyordu da hamdi olmadık bir yemekte Esen in karşına mı çıkıyordu.Bbiliyor musun beni öpmek iistedi yakışıklıymış.Tanju iyice çıldırmıştı nereden çıktı bu herif yaÇçıktı işte sen onun karsıyla yatarsın da o beni bulamaz mı yaptıkların yanına kalıcak it herif.Tanju şaşkındı ne diyorsun sen yaa .Baana asılmak istedi yemekte tam da karşıma oturmuştu o da yeşilciymiş.Onun bana anlattığın songülün kocası olduğunu bir iki sordan sonra anladım,seni iyi tanıyor sen karını dövüyor muş sunBana asılınca sen önce git karıııınla yat karını Tanju becereyor deeyince iyice çıldırdı.Esen yorgun argon yatağa uzanmıştı.Salona geçen Tanjunun arkasından sesleniyordu nasıl bozdum ama hıyarı,seni hiç sevmiyor ha,,fakat daha önce duymamasına şaşırdım.Tanju,Ne yapmışsısn sen yaa deyip bir sigara yaktı,şimdi songül ün yüzüne nasıl bakacaktı ona ne diyecekti,songül ile hamit araındaki boşanma işini bu bilgi nasıl etkileyecekti, Esen aaşşıırı alkolden başı yaştıkta ayakları yerde sızmıştı bile,ayakkabıları bile ayağındaydı..Tanju giyinip çıktı cihangir yokuşunu hırsla tırmanıp evine gitti.Yolda kendi kendine konoşuyordu bunlar birlikte yaşıyorlar ama boşanmışlardı, neyse kadına zarar vermedim,ya Hamit anneleri  şöyle bvyle deyip çocukları almaya kalkarsa,yok almaz boşandılar,ya yeni dava açarsa of ya of be, yok canım bi’şi olmaz   ama yine de böyle  bokluk olmamalıydı,sen git oniiki milyonluk istanbulda benim eski sevgilimin kocasını bul tüh yaa.
Evden içer girdiğinde yaprak televizyon izliyordu ooo beyefendi hoşgeldiniz dedi meksika dizisi çekimleriniz nasıl gidiyor.
 Tanju yaprağın yüzüne dahi bakamıyordu N ediyosun yine allahaşkına diiyyebildi yaprağa kızamıyordu.dün akşam bizim tek göz gazi ile konuştum onunla da yatımış senin hanıefendi, beyoğlunda yatmadıını bulursan sana ödül varmış.Tanjunun canı sıkkındı.Sende bi çıtır varsa yapsana allahaşkına kafamı toplamak istiyorum
Yaparak iğnesni hazırlarken gülücükleeer kahkahalarla apartmanın dış kapısı açılıp içeri karikatürtirist osman girdi yanında da bir kadın olduğu kahkalarından anlaşılıyordu.Yaprak elinde eroin pişirme kapı olan minyatür viski şişesi kapağını teelevizyonun üstüne bırakıp kapının gözetleme deliğinden apartman kordoruna baktı  şşşik seninkisi bir hatun bulmuş dedi fısıltıyla,sonra yine kapağını alıp şırınayı içine daldırdı.Hayırdır dedi bugurlerde apartmanca azdınız  galiba.

Tanju ilgilenmiyor gözüküyordu bboş gözlerle akvaryuuma bakıyordu.Yyaparak Tanjuya hiçbirşey söylemeden yanağından öptü ve kolunu sıyırıp tekrar bir öpücük kondurarak girdi .Kendisi de tedavi olduktan sonra yine  ayynı yerdeydiler kanları ısınmış düşünceler tedirginliklere karışmış sahnedeki oyuncular kulislerde dolaşmaya başlamışlardı.

Ssabah evin konuğu bu kez İsmail Hakkıydı. İkibin sigarasından yakıp iki duman alıp söndürüyor yine bir tane yakıyordu. Elindeki fincanın altlığının olmaması Tanjunun dikkatini çekti ama çekmez olaydı,ismail hakkının canı çok sıkkındı.Sen kendini asil mi zannediyorsun diye başlamıştı ismail hakkı önce Tanjuya saldırdı ancak yaprak yine makyaj,yaptırmak isteyince sustu.Tanju konuşmuyordu.Yaprak lafı hemen açtı bugun sinirlisin
Hayır canım dergidekiler kızdırdı.Loko dergisinde çalışıyordu.Derginin kurnazları ona sürekli eşcinsellik ve cinsellik üstüne yazdırıyorlar onu eşcinsel bir kubur haline dönüştürüyorlardı.İsmail Hakkı uyanmağa mı başlamıştı.Papazın gözü açıldı mı dedi Tanju ama Hakkı kızgındı yanıt vermedi. Sana kızıyorum ayol dedi ismail hakkı
Haydaa dedi Tanju, niye
Baksana osman karının biriyle  yaşıyor sen onlarla arkadaşlık yapıyorsun. Yaprakla Tanju birbirlerine baktı olaylar karışıyordu. Eden bulur be ismail, dedi Tanju. İsmail Hakkı şimdilik sakindi ama ne yapacağı belli olmazdı.
Yyiine kapı çaldı ve Esendi gelen bekleniyordu  ama Tanju’nun hiç hesaplamadığı şeyler olmuştu.Bu kez Esenle yaprağın kavgasında Yaprak evi ismail hakkıyla birlikte terketti. Esen ve Tanju kaldılar küçük evde
Bölüm IX
Yaprak evden gittikten iki gün sonra gazetede gördüğü ilk haber Tanjunun aklını yerinden oynatmıştı.Camgöz ün resminin üstünde uzaydan gelenler yaptı yazıyordu. Kıskançlık üstüne çıkan tartışmada Muallayı öldürmüş barsaklarını çıkarıp sırtına sarmış ve uzaylılar beni bekliyor diye  kendini aşağı atmıştı.  Dördüncü kattan düşüp ölmeyen camgöz,    ağa camiine kadar aksaya aksaya koşmuş musalla taşını yıkarken üstündeki kanlı barsaklarla yakalanmışkı.
Tanju şaşkındı, Yaprakla bu olayı konuşmak istedi telefon etti annesinin evine dönnen yaparak özlemli bir sesle açtı telefonu,hep aynı meraklı seviimli ses; Tanjuu...
Haberi duyduğunda, belliydi zeten dedi, bizi akıllı adam bulmaz ki onun geen gece o buldoglla gelmesi de normal değildi. O gün hemen Tanjunun evinde buluştular. İki gündür Esende kalıyordu.Yaprak ben burada kalablir miyim deyince hemen kabul etti Tanju, iki evimiz var güzelim tabii.
Tanju Esene telefon etti, Esen Yaprağın yanında iğne yapmaması  şartıya evde kalmasına izin verdi,ne ki izin alma olayına yaprak dehşetli bozuldu..İkisininde aklından çıkmıyordu,buu kaşar oorospu ne zaman gelmişti de bu salak ondan izin istiiyordu,erkekler ne salaktı yaa.Ddiiğeer yyandan birbirleriyle kkoonuşmasalarda      camgöz ve mualla ikis de bu koca şehirde yokolup gitmmişlerdi.Beyoğlu cadısının son avlarıydılar Ordan kuranı versene dedi Tanju ve açtı,

En am suresiydi
de ki “allah üstünüzden ve aayaklarınızın altından bir azap göndermeye yahut  yahud ssiizi birbirinie katıp bbaazzzınızdan bazılarının hıncınnı tattırmaya kadirdir  Bak onlar anlasıınlar diye ayetlerimizi nasıl türlü türlü açııklıyoruz”
Tanju durdu ve Enam 65 den sonra gelen 68 di altını kalemle çizdi ve okudu
Ayetlerimiz hakkında münasebetsiz  sözlere dalanları görünce,Kur’
Andan başka bir sözle meşgul oluncaya kadar,onlardan yüz çevir.Eğer şeytan seni unutturursa hatırladıktan sonra heemen kalk da o zalimler kavmi ile birlikte oturma.
Görüyor musun kız dedi yaprağa kuran benim tüm sıkıntılarımı aynen açıklayacak kadar kutsal bir kitap .Bak camgöz olayı nasıl açıklandı gereekten de adamın ayaklarının altıdan azap geldi ve bu ayate laf eden de hakkaten halt etmiştir onlara takılma diyor.Yaprak gülmeye başladı manyak paranoyak sapıksın oğlum senVe yine telefon Esenin telefono cumburbaşkanlığı senfonnide bekliyor iki kişilik bilet var
Korsakova bayılan Tanju esrar ve eyç kafasında konseri gözleri kapalı izlerken Esen de onu inceliyordu.arada sırada ona dirsek atıyordu gözünü kapama havalara girme çocuk gibi davranma.Ne konseri izliyor ne izlettiriyyordu.Fuaye de bira yok konseerin gerisini izlemedi ve dışarı çıktılar Meydanda tatlı bir seerinlikvardı mminicik piskürtülmüş gibi damlalarla yağıyordu yağmur.Yyiinne tanııştıkları bara gittiler ve ismail hakkı ile Esen karşşılaştı.İşte ik cadaloz karşı karşıyyydı.Orda yaprak osman osamının sevgilisi figüran belkıs hepsi hepsi oradaydı.Beelkıs da alem kızdı,beyoğlu emekçilerinden figüranlık yapmış bir alkolikti,Orda burada tarık akanndan kızı olduğunu söylüyor burunun mandalla sıkıştırılmış gibi bir sesle konuuşuyordu.Türk filmi iliyouuum bunları ibret olsun diye çevirdik biz yaa diyordu yaprakla Tanju birbirlerine bakıp gülüyordu esnde onlara katılmıştıBbbaarda herşey oluuuumlu bitmiştiGeceboyunca dans edildi.Dans ederken dünya duruyor gibiydi.Esen ellerini kaldırıp bacaklarını çarpıta çarpata jamaikalı zenciler gb dans ediyordu ama dışarıda ismail hakkı ile belkıs saç basaça başbaşa birbirlerine girmişlerdi.Tanju onları ayardıEseni eve yaprak ve ismail hakkıyı evine götürdü.İsmail Hakkı Tanjunun çevresindeki kadınlardan da rahatsızdı. Gergin gergin sigarasını içiyordu. Bana da iğne yap, diye kolunu uzattığında kollarındaki tahta gibi gerilimi duyumsamıştı doktor Yaprak.
Ya oğlum adam gibi uzat kolunu,Tanju İsmail Hakkı’nın kızacacağını bile bile, uzatamaz kızım, bu ibne milleti böyledir, kaslarınına ayar çekemezler, anal evre devamlı devrede oldu için  kinezik adale duyarlıklarının az olduğunu okumuştum üstelik pintidirler götlerini çalıştırmaktan anal evrede kalıp gitmişler. İğneden uyuşmuş İsmail konuşamıyordu ama yine de saldırmaya çalışıyordu.
Vah vah sana üzülüyorum mobilya satıyorsun bu asilliğinle,sana bir psikiyatri raparu çıkartalım mı benim gibi.
Yaprakla Tanju birbirlerine bakıp güldü, yine zokayı yemişti.
Yok canım dedi Tanju, kalsın ben deli raporu alarak yaşayacak kadar düşmedim.Üstelik biri seni ihbar etse babalara gelirsin. İsmail Hakkı iyice sinirlenmişti. Bu kez eyç in agrasyonu başlamıştı.Terbiyesiz köpekler, bir daha sizle görüşmeyeceğim deyip çıkıp gitti. Bu kez yaprak aldı eline kuranı, nasıl açıyorsun kuranı, basbayağı açıyorum işte Bismillah de aç, yaprak gözlerini kapayıp Bismillah dedi. Tanju sürdürdü konuşmasını sayfayı aç, ilk baktığın yerden sonra ikinci ve üçüncü noktayı bul onu oku
Eveeet dedi yaprak düşünceyle ve okudu
Lut’uda kavmine peygamber olarak gönderdik.Hani o kavmine şöyle demişti:”Gerçekten iş öyle kötü bir iş homoseksüellik yapıyorsunuzki,ssizden evvel  allemlerden(insan ve cinlerden hiiçbiri buunu yapmamıştı.Cidden siz hala erkeklere gidecek,yol kesecek ve toplantınızdaeeddepssizlik yapıp ddduurrack mıısınız.bbbunna kkkarşıı kavminin cevaabı “eğer doğru söyleyenlerden isen,getir bize aallaaahın aazabını demekten başkası olmadı”Yaprak biraz şaşkın yahu ismail hakkıya uygun çıktı ayet gördün mu ,Yyaprağıon şaşkınlığına güldü Tanju, herhalde be yavru kuş kurandan sözediyoruz bi ince,biraz sustu ,söylecek başka ne olabilirdi,Son olaylardan sonra cepheler biraz belirmenmiş İsmail hakkı Esenle ipleri iyice koparmıştı,üstelik kendi eski sevgililerinden birinin eEsenin de eski sevgisi olması onu iyece bozmuştu Tanju faarkında olmadan ezeli ve yılan bir düşman daha kazanmıştı.
Tanju neredeyse Esenle nikahlanmış gibi onunla yaşamağa başladığında İlk günlerde geç saatlerde barda olan kavgalar onları çok ürkütmüyordu. Alkol problemli olduğunu kabullenen Esen in son saatlerdeki öpiim abicim tutturmaları hıyar birine denk geldiğinde mutlaka kavga çıkıyor Tanju  bitirim kavgacı bir tip oluveriyordu. bar sahipleri kendi çııkarları için çok kavgaya kucak açıyorlardı onlar bu alemin gerçek sırtlanlarıydı,bunlardan biri bar sahibi gökmenin babasıydı  ,peruk takan kadın satan eski bir taksi  şöförüydu, polis yalakasıydı,kadır geceleri meyhanesini kapatır belediyeye ve resmi  zevata iyi görunmeğe çalışırdı. Beyoğlunun eski kaşarlığı onu eski mesleği pezevenkliğe doğru rotu çeken araba gibi göturuyordu,huylu huyundan vazgeçmiyordu.Dukkanında onla bunla yatan kadınlara sahip çıkar karı gösterip bira satardı.çunku namusluydu ekmek parası için yapıyordu pezevenk değildi ama alemi bilirdi.işkence yapan polislerle pezevenklerin çifte standardı Tanjunun en anlayamadığı işlerden briydi.Her zaman gelen müşterilerini neredeyse duşman bilir onların ceplerine  bakışları yuzundeki yalancı gulumsemelerinden anlaşılırdı.Oğlu sanki onu eleştirir gibi görunssede aynı kaba sıçarlardı.İşletmesini aldıkları faşıst bir pavyon sahibihin bu dfkkanında  faşist mafyayla ilişkilerini  solcu, marksist eskisi  12 eylul zindanlarında berelenmiş harf malulu  bitkin muşterilirini hhegun daha kötu görmekten zevk alıyor gibiydiler.Tanjuya şaşırtıcı gelen  marksist eskisi alkol duşkunu ve sözum onu uyuşturucu özellikle eroin duşmanı  marksistilirin  herturlu aşağılamaya karşın o bara gelişlerindeki isrardı.
Suat da Tanju’nun   Esenle kavga ettiği zamanlarda onu görmemek için gittiği barın sahibiydi alevi kökenli iki kerdeştiler bir de altın yüzüklu  altın kolyeli, kadınlarla konuşurken ağzının suyunu toplayamayan bir enişteleri vardı.Barın arkasında  kendilerini apollon gibi duyumsadıkları her hellerından belliydi.Aslında gönülleri pavyorculukta kalmıştı ya artık zaman değişmişti şimdi rock barlar iş yapıyordu,üsteyik rakır kızlar pavyon orospuları gibi kaşar değldiler bedava veriyorlardı.Şimdi isimlerini 46 koymuşlardı,imajları değişikti saçlarını uzatmış onlarda rakır olmuşlardı.Kardeşlerden biri imaj değişikliği için top sakalı seçmiştixtanjuya göre tam bir vajinaya benzetmişti yüzünü diğer kardeş de kırk senelek hippi gibi uzun saçlarıyla hava atıyordu, altın yuzuklu eniştenin de katıldığı lağunya çetesi aşağıladıkları yuksek eğitimli kadınlarla  kadınlarıla evdekki kutsal ve cahil kadınlarını aldatıyorlardıcahilliklerinin  farkına vardıkça daha kustah daha kaba daha vahşi oluyorlardı.Selam bile vermiyorlardı müşteriler yüz bulup da bedava içiki istemesinler diye korkuyorlardı.Barlarında çaldıkları müziği asla tofaş arabalarında çalmıyorlardıŞeytanın dünyü temslcisi gibiydiler ve tüm gazetelerde manşet olan satanist bir cinayet onların barında işlenmişti,tanjuya göre şeytan tam yerini bulmuştu,satanizmin onların barında çöreklenmesi asla bir rastlantı değildi.
  Dışarı çıkacakları zaman Tanju’nun bismillah deyip kapıyı kapamasına Esen çok gülüyordu ya aslında tanju kendine göre çok ciddiydi gerçek bir cehennem ortamına gidiyor gibi duyumsuyordu esenle birlikte bara giderken,  bu şartlar altında arıza çıkarmadan geldikleri olmuyordu.  Zaten çok zaman geçmeden yaprakla  Esen bir tek kağıtlı yüzünden iyice koptular. Sözüm ona yaprak Esene tek kağıtlı vermemişti.Aynı gün eyç taklasına gelmiş ve over dozdan bir öllüme tanık olma korkusu Eseni altına sıçırtmıştı artık Tanju nun Yaprak’la görüşmesi yasaktı. Barda bile görüşseler kavga çıkıyordu. İsmail Hakkı da Yaprakla ortak düşmana sahip oldukları için daha yakınlaşmışlardı. Bu arada gerçekten yaprağın yanına yanışılacak bir durumu kalmamıştı. Kitabı çıkmış ve best seller olmuştu ama yaprak yazar olmak yerine ünlü bir eroinman olmayı tercih etmiş ve televizyonlara sakız, medyatik bir eroinman olmuştu. Onun başanıa kötü bir şey gelmemesi için Tanju artık İstanbula narkotik Müdürü olmuş çeliğin odasına ziyarete bile gitti. Çelikle kuşburnu içtiler yaprağın başına bir şey gelmemeliydi yalnızca bir içiciydi. Bu olaydan sonra gerçekten de arkadaşı çelik rüşvet yemediği ve namuslu olduğu için müdürlükten sürüllene dek yaprak rahat etti susurluk kazası patladığında eroin rezaletini parmakkapı birahanesinde izlerken   Tanju onun yanına gitti ve Yapraktan yine fırçasını yese de yüzünü okşaya okşaya birasını içti. Otistik Murat ona bir resim göndermişti yanında  saklıyordu , loko dersegisine  başladığı yazılarında murattan anılar anlatıyor bol bol da üstü kapalı Tanjuyu fffırçalıyordu işte bu günlerdeSevgilisi Hakan Çiğdemle çıkmaya başlamıştı. Neden Hakan etli dudaklı koca memeli çiğdemle çıkıyordu Tanju ve yaprağa bunun nedenini akın çok güzel anlatmıştı. ÇUKU MAMA KURABİYE, ne, dedi Tanju, çuku mama kurabiye, yaprakla Tanju gülmekten tıkanmışlardı ogün akın kepçede eyç pişiirirken yaptığı yorumuyla.Ne bikmiş efendim kıza çuku mama kurabiye bikmişcıvır bikmeseymiş lavuk gitmezmiş.Tabii ikisi de malcı oldukları için beraber takılıyorlarmış.
Ama Hakan ın haberi iyi gelmedi.Hakan akın dan satmak için aldığı otuz grameyç i içtkten sonra kaybolmuştu akın ın üstündeaki ismayyyıl aga bunu antepteki köyünde evinin verandasıında ki sedirrde duyduğunda benim sana bir hediyem olacak dedi ben istanbula geldiğimde..
Ismayıl ağa ortasına bir kilo eyçgömülmüş kırmızı bibber tenekesini adamı getirdiğikten bir saat sonra geldi.Taksiden inip akının annesinin evinde yorgunluk kahvesi içirken uzun yolculuk boyunca terlemiş ayaklarıyla oynaaayarak tek elinde fiincan konuşuyoordu,bu gece bi alem yapalım dedi çağırın o lavuğu.Hakan yine birine beş gram tokat atmış çiğdeme haber vermişti. Birlikte olimposa gideceklerdi.HAAAKANaün akını gördüğünde önce kaçamak istemiş ama akının çingene sevimliliğine dayanamayıp dolappderedeki akının annesinin evine akınla geelmişti.Akın,Annesi kuru teyze nin lafını dinliyordu,tav et keroyu bıravlamasın demişti,atlas pasajında hakanı gördüğünde,gerçekten alakkoydu ve kaçırmayıp bıravlatmadı.İlk iğnesini yaptıktan sonra bir roş atttırdılar iki tane de sevgilisine kııyak yaptılar.,tabii onları da atmış,İlk taklasına geldiğıinde su dolu beşlik bir şiringa ommiriliğine girdikten sonra ortaköyde felçlı hakan bulundu.
Bu haber yaprakla görüşmeyen Tanjuya verildiğinde,şamşırıp kaldı,tanrı nasıl bir yazardı böyle,yaprağa artık hakaanın tekerli sandalye ile yaşama zorunluğunda kaldığından sözetti.haberi akının eski müşterilerinden piçservo getirmişti,hesapta sıkı bir silahlı sol örgütün teiitçiysiymiş haasına girer gang ayaklara bayılan timsah bozması bir kkkkertenkeleydi.Yyaaprak beyoğlu sinemasnıııda yine imza günü yapıyordu gazetelereki çıtır muhabir hatunlar sözüm ona onu korumak için pasa imza günü yaptırıyorlardı.Ssiunemanın boş fuayesinde büfede kokokola içerken yaprak gözleri dalıpvay konsolos köpeği vah dedi, gözleri uzaklara gitmişti,hakan’ın babası emekli bir hariciyeciydi durumları iyiydi ,evden dışarı çıkamıyor artık eyç içemeyecek satamayacak başka kızlara bakamayacak ,deyip sustu gözünden yaşlar geldi,Tanju yaprağa sarılıp şuna bak yaa dedi çocuksu bibir konuşmayla,atlar gibi ağlıyor muş benim kızım, deyip güven verir bir kuvvetle sarıldı, ikisi de birbirlerini sıkı sıkı kavradılar.
Esen le Tanju’nun ilişkisi  yan taraftan dibe  yaklaşan gemi haline gelme yolunda gözüküyordu,iikisinin gizli sevgilerinin kuvvetlenmesinden Esen özel bir intikam almaya başlamıştı, almaya başlamıştı  ,Tanju işe gittiğinde kim olursa olsun eve alıp tıpkı annesininin öölümünde yaptığı gibi sevişerek dünyüyı unutmayı tercih ediyordu.Bir eroinman gibiydi,penisman diye bir kelime yoktu ama Tanju işinde başarılı oldukça Esen ondan kopuyor yine evin masraflarını alıp evine yeni adam götürüyordu hem alkolü hem de ruhsaal düzeni iyice yerinden oynamıştı.Yaprakğı baş düşman ilen etmişti. eser tarlabaşı prensine uyuz olmuştu.
ogün ,o yüzden katır sami ile de yattı.Yaprak ve Tanju nun en gıcık olduğu bu karakter fukarası ile yatması Esen adına Tanjuyuu endişelerdirdiği gibi aldatılmak onu işe gidemeyecek denli halsizleştirmişti.Üç gün sonra ikisinin de gözleri ağlamaktan,tanunun eyç ve esrardan  eserin alkolden ve sevişmekten -şişti.Karşılaştıklarında birbirlerini yıllar boyu görmemiş gibi özlemişlerdi.Tanju biliyordu,kimi kadın herkesi tirmalayan bir kedi gibidir kimi de herkesin sevgisine mirildar kafa sürter kimseye yar olmaz asıılında kadınların ikisi vee erkek de kendi ciğerlerinin peşindedirler.
Tanju, Önce aldırmaz gibiydi ama aldırıyordu çünkü üç gün boyunca eyç krizinden beter olmuştu. Bu savaşı bitirmek için,cumhuriyet meyhanesine gittiler  ve çıkışta yine her zamanki barlarına giriyorlardı. Herkes Tanjuya  bi başka bakıyordu. Gözlerinde neredeyse bir ayıplama vardı. Tanju, yok diye düşündü bu bakış katır yüzünden değil, benimle Esenin birlikte olması  şaşırttı insanları. Bara geldiğinde, iki bira dedi bardak olsun Esen bir şey söylemedi. Bu sırada barın müdavimlerinden alkolik Gürkan kalkıp geldi. Az önce beyoğlu sinemasında yaprağı ölü buldular,Ne, dedi Tanju şaşkınlıktan gözleri büyümüş; atıyorsun ne biçim şaka bu, barın sahibi yanaşıp gözüne baktı evet dedi, Tanju bir an durdu, kendini tuttu ama tutamıyordu gözünden yaşlar gelmeye başlamıştı. Henüz birasının türünü belirlemeyen Esen bağırdı benim biram şiişe olsun,şişe bira geldi,Esen şiişşeyi aldı ve Tanjunun alnına patlatdı, ağlama ulan iki yüzlü it ağlamaya hakkın yok sen onu benim için sattın şşşimdi ağlama orospu çocuğu. Alnından kanlar akan Tanjuya ilk yardımı alkolik gürkanla barmen Ata  yaptılar,winstonun birinin içini açıp tutunü alnına bassatılar üztünü sildilear,Ata o gün yaprağın şerefine tarihin yazacağı biçimde bir bira bile ısmarladı. Tanju,hızla Esene bakmadan ikinci biray ıiçip bardan çıktı.Ssineemanın öönüne gideemezdi.Olanca acısıyla eve gitti .Esenin ve yaprağın eşyaları ile odada gözleri tavana dikili yattı hala alnındaki tütün             yapıştırmalar duruyordu.Saabbah zil çaldı.Siyah bir rover kapıda duruyordu araba mlazın,pahalı diye herkes bakıyordu içindn koltukdeğrekleriyle hakan çıktı ,,,arabayı kullanan babası çıkmadı işim fazla sürmez dedi şişmanlamıştı,temizdi tabii,Yaprağın çok sevdiği tavşan dudaklarını ısırıyordu Tanjunun evine girerken becermişti yürümeyi.Hergün fizyoteerapiye gidiyormuş,hiçbirşey hatırlamıyormuş.Yaprak dderken ikisi de sarıldılar ağladılar.Bak dedi Tanju biz yaprakla yapardık,kalktı incili aldı tut elimden dedi ikiside incili tutarak bir sayfa açtılar,Tanju kıtabı gözleri kapalı açtı okumağa başladı,
kardeşlerim,sonuç olarak size hoşçakalın derim.Yaşamınızı düzeltin,öğüdümüze kulak verin,aynı düşüncede olun,barış içinde yaşayın.Sevgi ve barış kaynağı Tanrı da sizinle birlikte olacaktır.Kutsal öpüşle birbirinizi selamlayın.Kutsal yaşamlılaın tümü sizleri selamlar,
Tanju durdu veson cümleyi okudu,
Rab İsa Mesih’ in kayrası Tanrının sevgisi ve Kutsal ruhun paydaşlığı hepinizle olsun
İncili kapadı ikisinin de gözleri doluydu.Sen mi seçtin bu bölümü yoksa yaprak mı yazdı  ,Tanju güldü yok canım bunu hep yapardık tanrı bize aanlık durum da katılıyor gibi gelirdi.İşte şimdi bize yaprak mektup yazdı.Aşağıdan korna çalıyordu,dar sokakta fırın arabası geniş Roverdan geçemiyordu.Haakan’ın Babası hayrettiin bey hakanı çağırıyordu hakan arabaya binerken Tanju balkkondaydı el sallaştılar ve gitti.Evde yine yalnızdı.Telefon çaldı Esendi yine arayan bu akşam beni musa ustaya götürsene  olur dedi Tanju orrada buluşalım.Musa ustanın yemeklerinin güzelliğine mis gibi rakıya rağmeeen yinne Katır meselesinden Tanjuyle Esen birbirlerine girdiler,bu iş bitmişti artık Tanju hesabı öödeyip kalktı.Evine gidip yattı,üzgündü ne denli alışmıştı bu belayı ve gece iki de Esen çıktı geldi,Tanju balkona çıktı, kapıyo aç Tanju seni seviyorum aç, Tanju açmıyordu, açmıyor dedi kaftileerden biri, Esen ona dönüp bir tokat atmaya kalkıştı,siktir git ve Esene atılmaya başlayan ilk tokatın ardından tokatlar esenin yüzünde patlamaya başladı.  Tanju yukarıdan bakıp ağlıyordu, kendiyle mücadele veriyordu, hem nefret ediyordu, intikam alıyordu hem seviyordu Esen gitmişti,artık yoktu. Yatağa yatıp çocuklar gibi ağladı. Sabah uyandığında üstünde bir kara sinek,sarı kafası ile altın dişli bir çingene mama gibi bir bok sineği uçuyordu bu güzel bahar gününde  içi çok rahattı sıcacık bir ana kucağında yatıyordu,birazdan farketti ki yatağa  kakasını yapmış bokunun içinde yatıyordu terkedilmiş dört yaşında bir oğlan çocuğu gibiydi.
Sıkı yıkanıp   gavur eşeğinin hacca gidişi gibi işe giderken eski bir dostunu gördü eski dost gerçekten ilaç gibi gelmişti. Tanju onu Caddebostandan tanıyordu o zamanlar kiralık la çalışırdı efendi . Efendi yılların eroinmanıydı,topkapıya arabasınıının difrensiyel sesi için gidiyormuş şimdi kendnin olan sapsarı bakımlı herşeyi orijinal l949 playmouth ile Bostancı  yapmış topkapı ya devam ederken  tarlabbaşından Tanjuyu almıştı.Gittiği yerlere müşteri almadan gitmezdi,bostancı sanayiinde bir de yedekparçacı dükkanı vardı yine de eşek gibi çalışırdı. Yanına oturan Tanjuyu sesinden tanıdı, Herkes inerken koluundan tuuttu,Tanju anlamıştı,cebinden paketni ççııkardı,sakallarını sııvazlayıp bismillah dedi yaşlı dolmuşçu ağzının suyu akıyormuşcasına sakallarını sıvazlayıp,,allahım verdiğin nimete bak sana çok şükür deyip kıvırdığı yeni bir beşbinlikle baba bir sınıf aldı.Pleymut un ahşap torpidosunun üstünnede çakısının ucuyla bir sınıf attı ve beşliği uzattı,Tanju sınıf alırken arabadaki çocukluğundan beri duyduğu vanilyali limon kolonyasının iç bayıcı kokusu da geliyordu.Efndi burnunu kuvvetle çekip, çakısını yalayıp cebine koyarken neredeyse mırıldanr gibiydi, neler yaratmış yarabbim herşeyi bizim için düşünmüş, içime huzur dolduruyor içinde şeytanı olmayan herşeyine kurban,hamdolsun yarabbim,elhamdülillah.
Eve döndüğünde boş evde dönüp dolaşıyordu bir tek kağıtlı yaptı,daldı gitti,Yaşam bir mucizemiydi evet neydiki herşey bir düş değilmiydi,,,herşey bitip gitmiyor muydu. Zaman denilen mükemmel su herkesi yıkamasa nasıl kokar nasıl çürürdük kimbilir. Hem bu mucize yi herkes yalnız bir kez yaşadığına göre herşey gerçek olabilirdi. Yani kurandaki cinler  ve diğer öyküler hep gerçektiler .Ne gerçekti, ne düş, bunu kimse bilemezdi.Yaaşam düş değil de  ne olabilirdi,,yokluğun ortasında görülen bir düştü  yaşam ve gerçek sayılıyordu. Belki de yaşarken biri çıkacak  ve yaşamını sonsuzlaştıracaktı, belki kendi ölümsüz bir canlıydı da anlayamamıştı  kimin ne olduğu bellimiydi ki. Bismillah deyip masasında duran kurandan yine gelişigüzel  bir sayfa açtı,el kehf suresi çıktı, mağara anlamına geliyordu kehf.Diyojen gibi köpeksi yaşayan, yeme içmeye çok takılmayan insanlardan ayrılmış gençler in öyküsünü içeriyordu sure.Uykuda olan bu gençlere verilen isim rakiymdi, yani köpek ti  mağarada uyuyan gençlerin ya da köpeksilerin da istediği bricik şey işti,yani hep işsiszlik çeken yine de tekerini çeviren Tanjuyla banzeşiyorlardı. Demek ki dünyanın her döneminde iş ekmek özgürlük önemliydi Her insan gibi mağaradakiler de işlerinde başarı istiyorlardı, amaca ulaşmak için acı çekecekler ve acı karşılığında tanrıdan kolaylık alacaklar başarıya giden yolu açacaklardı. Mağaraya girmişlerdi, uyurlarken sağdan doğan güneşe dönüyor güneş sola gittikçe  gündöndü çiçeği gibi sola dönerek uyuyorlardı onlara da önceden verilen tanrısal buyruklarla davranıyorlardı, 
,Tanju peygamberlerin  de kendi gibi yokluk çektiğini yaşam savaşında olduğunu görmüş ve en çok da bununla ilgileniyordu. Çekirge yiyen allaha şükreden güzel insanlar diyordu, ancak yaşam ne büyük sürprizdi, yaşamın sürprizi boldu hiçbir şey hakkında bunu mutlaka yarın yaparım deme yazıyordu surede, ancak inşallah sözcüğünü kullan, gelecek belli olmaz. ,İskendder olduğu söylenen Zülkareyn gibi de olabilirsin   cehennemlik de Musa da geleceği bilmek istemiş ve hızırla arkadaşlık yapmış ortaya çıkışı bile rızkının yokoluşu olmuş,yanlarındaki tuzlu balık denize atlamış gitmiş,oysa bunun işaret olduğu belliymiş.Musa ve Hızır arkadaşlığında Musa Hızırdan büyük beklentiler içindeyken Hızır kalkıp bindikleri geminin dibini baltayla parçalamış, dahası; bir oğlan çocuğuna rastgelmişler, ve onu öldürmüş, karınları açken Hızır bir duvarı düzeltmiş, üstelik bunun için para almamış, beklentiler başkadır hızırın yaptıkları başka,ümit etmek için yararlı işler yapmak gerekir, ümit etmek önemlidir,ümit etmeden geleceği bilmek bile zor zenaattir
Insan ve gelecek, kendi bedeninden başka hiçbirşeyi  olmayan insan,  mevcudiyet nedeni olan kendi bedeninin sorumluluğunu pranga gibi taşıyan insan, ama hep gözleri uzakta olan insan
Yattı,  düşünde bir gemiye bindi bu gemi nasılsa, yalnızca kaptan köprüsü varmış gibi oradan bu gemiye biniliyor.Yani denizci diliyle lumbar ağzı kaptan köprüsü. Düş bu ya,kaptan köprüsü aynı zamanda kıç ve baş arasında tıpkı tüneldeki gibi gidip gelen bir vağon,Tanju geminin önüne bakmak istiyor bakamıyor, gemi sonsuz büyüklükte ve yine sonsuz bir okyanusta gidiyor. Kaptan köprüsündeki kaptan ya da vatman, bir prenses,  bu aletin mucidi aynı zamanda Tanjunun arkadaşı olan kralın kızıymış. Milattan sonra  1200 yılının üstünden geçerlerken altlarında savaş oluyor, havaya atılan oklar köprüye gelecek diye korkuyor Tanju. Neyse ki prenses gülerek uyarıyor, gemide olan savaşlardan biz etkilenmeyiz; ne denli yakın gözüküyor değil mi, derken İkinci Dünya savaşı Paris metrosunda alman askerleri bir kadını öldürüyor,yolun ilerisinde Malazgirt savaşı oluyor,hiçbirşey kronolojik sırayla  olmuyor. İstasyona geliyorlar vagon duruyor, inenler, binenler oluyor. Kimileri eski Mısırlı kimi tarih öncesi zamanlardaki adamlar mızraklarıyla vağonda kürt çocukları gibi duruyor. Aztekli bir kadın nefis bir üzüm sepetinde üzümlerini satmaya gidiyor, zamanlar arası yolculuk yapılıyor bu gemide. Tanju bir ara bir istasyonda iniyor, bir camiye gidiyor, kadının biri daha büyük bir cami vardı ona gitseydin diyor Tanju gökyüzüne baktığında caminin de çok büyük olduğunu göörüüyyor,içinde uçan güvercinleri   kubbeye doğru takla atarken gözden kaybediyor,esrarengiz kadın sesi yineliyor, bu da büyük   mü biz içinden onaltı günde geçtiğimiz çan kulelerine gitmiştik, Tanju cami sonrası yine istasyona döndüğünde kuyruğa giriyor, hangi zamandan gelmişti acaba ? Kaptan ya da vatman prensese sormuştu nereden bindim, prenses çapkın bir gülümsemeyle yanıt verdi,  herkes geldiği yeri bilir. Tanju geldiği yere gitmek istiyor ama bilmiyordu, soracak kimse yoktu, vagonda gördüğü aztekli kadın gişe kuyruğunda arkasında, sepeti boş, üzümünü satmış. Kuyrukta Tanjunun Önünde punk saclı çok ileri çağlardan bir tip,kurgu bilim  filmlerindeki gibi bir uzaylı,zamanda kaybolduğu korkusuyla bir istavroz çıkarmayı düşünüyor ama vazgeçiyor, şimdi benim istavroz çıkarmam bazı yolculara ve prensese örneğin, ne    komik, ne ilkel gelir kimbilir...Moskova Metrosuna Paris Metrosuna örnek olacak denli geniş salonlar var, yerler  yeşil mermer ve gişeye yaklaştığında duvardaki altın  plaketi görüyor,COSVAGEN, yerler tertemiz ağzındaki sigaranın izmaritini ne yapacağını bilemiyor külünü cebine atıyor,izmaritini de eliyle ezip yine cebine. Bu arada merdivenlerin başındaki yataklı vagon kondöktörleri gibi lejyoner şapkalı istasyon memuru onları izlerken hoparlörlerden took ve kalın bir sesle uyarı geliyor, Kosvagen kutsal bir yolculuktur,  Kosvagen kutsal bir yolculuktur.
Tanju içinden düşünüyordu ne güzel ismi varmış cosmos ve vagon ,volsvagon gibi birleştirmişler, çok hoş...!
Sabah erkenden uyandı kapının önünde Fırat’ın en küçük kardeşi Mahmut’u gördü gece boyunca takılmışlardı, gel Tanju ağbi deyip sabahın yedisinde cığaralarından duman verdiler, bira açtılar gerçekten değişik bir gün başlamıştı, keyifle işe gitti. O gün evine döndüğünde içi rahattı güzel bir bahar günüydü zil çaldı balkondan baktığında kucağında çocuğuyla el sallayan bir kadın gördü. Otomatiğe basıp kapıyı açtı bu mutlaka alt komşusu na gelen biiriydi.
Yiine kapısı çaldı,of diye düşündü kapıyı açmadan,ve seslendi alt kat yanlış geldiniz dediyse de Tanju diye seslendi  kadın, aç kapıyı, açtığında yemyeşil gözleriyle Melek karşısındaydı. Kucağında da kendisinin minyatürü vardı. Kucağındaki çocuğu yatağa bıraktı sarıldılar özlemişlrdi birbirlerini .Tanjuuonu boynundan öpüyor kokluyordu ,ikisi de birbirlerini deli gibi sıkıyorlardı. Sarılma faslı bittiğinde isteklere geldi sıra, bi şatın var mı?  Tanju zulasından malı çıkardı,siiyyah elektrik bandındaki  paket bir türlü açılmıyordu,bu zenci milleti yutmak için böyle kırk kat sarardı paketlerini hasta bir cankiyi çıldırtmak içindi adeta,ne o dedi melek Akından almıyor musun artık, geçen ak saç tombul jack ‘e denk geldim numunelik verdi sana denk miş, deli pezevenkler ne biiçim sarıyorlar di mi dedi melek gülerek. Melek yine pamuk kollarında iğnesini sakin ce yaptı.Özgecik yataktan gülücükler yağdırıyordu.
Melek evlenmişti, ayrılmıştı, bir çocuğu vardı.O gece annesi yazlıkta olan Melekle birlikte,  yanlarında bebek özge ile yattıılar bu ikili ona çok iyi gelmişti. Melek göz bebekleri minnacik olmuş yeşil gözlerini oğuşturarak anlatıyordu;Türk kahvesi tiryakisi olan meleğın kahve falına girmişmiş Tanju ondan gelmiş miş. Tabii ki gerçek bu değil di sıkıntılı çocukluk geçirmiş melek biraz da eyç e geliyordu,böyledir zaten çok zaman iilişkiler mi eyç için eyç mi ilişkiler için belli olmaz.Yaşlı bir çingene  melekle birlikte gittikleri akının evinde aferin oğlum demişti uyanıksın,yaşlı erkek genç kadına horain aşısı ayapacaki boynuz takmasın,tanju şaşkın şaşkın yapmıştı ignesini bu çingeneler herkes gibi ortalama yetmiş yıl yaşayan canalılar olamazdı bu ibnelerde bi numara vardı.Şimdi açıktı ki Melek’in eyç alışkanlığı onun başına iş açacaktı, kız güzeldi zaten fesat olan canki milleti ,bu ilişkiyi kıskanır mutlaka bi ibnelik yapardı.
Caanki milletinden önce bir canki olarak Tanjunun beyni bir ibnelik yapmıştı,sokaklardan haber çobuk gelir,geldi.Esen nnevzat a takılmaya başlamıştı.Esen,Tanjuyu en acıtacak ilişki olark seçmişti partnerini .İşte kosvagen rüyüsı çıkmıştı.Tünel,ve kosvagen, tüneli ve tünelde dükkanı olan nevzatı simgeliyordu, aztekli kadın da nevzatın karşısındaki tek tek çi meyhanesiydi, Esen içkiye az dayanıklı nevzatın defterini “aztek” meyhanesinde bitirmişti.  Düşün sonunda yaşam böyle anlamında kosvagen kutsal bir yolculuktur sloganını seçmişti Tanju’nun beyni. Melekle bu düşü konuştular Derisi gerilen otistikler gibi gırtlağırdan temizleme çııkarark Tanjuyu dinleyen melek sen de ben de birini seviyoruz,aşığız,birileri bizi kandırdılar senin herşeyi gören allahın bunları görmüyor mu dedi, ve devam etti,manyak mı  bu allah ya niye oynuyor bizimle,ne oyuunu bu.
Sabaha karşıydı ölülerin üstüne yaşam sıcaklığı serpen ,sabahçı çorbası gibi iç ısıtan ezan okunuyordu,eyç hastasıyken bile ezan iyi gelirdi Tanjuya,,Ezan okunuyordu ya aslında ihanetçiler belalırını bulmuştu,yalnızdılar sevgisizdiler,yaşam denilen  bu yalnız ve geçici yolculuğu binlerce yıllık görmek,geçiciliğin farkına varmamak  bile bir bbela değil miydi.Herkes tüm bu geçiciliğin içinde kalıcı olmak peşindeydi,bok yemenin eski türkçesiydi bu anlayış,dalyaraklıktı.
O gün geç kalktılar parmaksız kasabın ellerini dilim dilim doğruyormuşçasına kuş başı yaptığı ttavuğu kavurup terastaki asmalı gölgelikte yediler özge leğende su oyunu oynuyordu.Akıllarına estikçe sevişiyor ,seviştikçe iğne yapıyorlardı.Küçük özge yaşamından hoşnuttu Özgürdü herkes özgürdü yehuu.
Tanjunun alt komşusu geceler iiözgeye bakabilyordu,bara da çıkabiliyorlardı,çıktılar barlarda görünmeleri  hızla yayılmaya başladı ve üçücü gecede ikisi de artık canları küçük bir şat istese de alkolün verdiği ağırlıkla ayak seslerini dinleyerek sarmaş dolaş yürürken önlerine cank i metin çıktı,siktiğimin cankisiydi,ilk esrarını bile Tanjunun elinden içimiş bir çocuktu bu,aadı İzmir Metindi ya ne Metin di ne de İzmirliydi lavuk, tam boynuz kulak meselesi olmuştu,Şimdi kimse canki metinin taze bir canki olduğunu bilmez,dahası inanmazdı bile,torbacılık yapıyordu zaten,bişşeyiniz var mı diye yapıştı gece gece,Melekle tenjunun baygın baıkkışlarına  baktı gözlerini emdi kafalarığ iyiydi bişey lazım mı,yok dedi Tanju benim evde laktozum var, hepsi birden güldüler, çevreden gelen haberleri  piç in eyç diye millete laktoz çaktığı yolundaydı ki  bu gerçekti.metin aceleyle dur dur dur dedi,montunun yırtık cebinden bir saatli maarif takvimi çıkardı alın bunu kafa yaprsınız deyip ortadan yırttı koca koçanı  Tanju severim böyle geiyykleri dedi,sağol.Ama piçin diyecekleri vardı dikkatli ollun haa başınıza bişi gelmesin nasıl yani,hemen kııvıırdı ööyle vicdanlıyımki vicdansızlar korksuunlar de yeter.Yolda düşünüyo rdu Tanju bi çapariz var bu işlerde ama hayırlı olsun,ne vicdanı ne vicdansızı ne saçmalıyor bu lavuk ya..


Bölüm X
İşte şimdi belaların en büyüğünne denk gelmiişti ,en korktuuğu ilişki büyük bir keyifle yaşanıyordu. Tanju ilMelek’in yaş farkı bir yana  Ali herşeyden önce Melekin kocosıydı çocuğunun babasıydı.Hiçbirşey eskisi gibi değildi.Bir eroinman olan ali zaman azaman barda çıkıyordu karşısına Melek ve Tanju artık istiklalde yan yana yürüyemiyordu.Saint antuanda buluşuyorlardı,Saat tam oniki de buluştuklarında çanların sesi kulaklarında patlarken yanaklarından öpüyordu onu Tanju .Bazen meleğin mal araması sırası gecikmeler Tanjuyu kilise babası yapıyordu ya yinne de Tanju kilisede beklerken huzurlu oluyordu.İsa ya fatihe okumaktan dilinde tüy bitsede huzurlu oluyordu..Melek gecikmelerden kendini affettirmek için küçük düz bir gümüş haç almıştı Tanju ya .Tanju haçla kendiini saçlarından güç alan salome gibi hissediyordu.
Tüm bu youn sevda kovalamacasında  Ali yi zaman zaman gördüğünde bu kız yüzlü çocuğu sevse de kıskanmadan edemiyordu.Ve bir gece barda ali yanına geldiğinde dondu kaldı, ateşin var mı Tanju  dedi Alı,Tanjuyla hiç tanışmamışlardı ama Ali onun ismini biliyordu.Tanju ateşi uuzatırken Ali yapıştırdı lafı, oğlum senin ananı sikicem yarın sabah, gör.Tanjunun yanındaki laz Ekremden tek tokat yese de giderken merdivenlerin yanında dönüp parmağını salladı , gözleri baygın yüzü gergindi.
Eve gittiğinde o gece yalnızlık başına çakıldı, Melek yine annesindeydi. Sabah ilk zili çalan oydu, deli gibi çalıyordu zili, bu onun çalışıydı.Kapıdan içeri girer girmez,,Ali ölmüş kalk gidiyoruz dedi.Akşamdan kalma Tanju Dur dedi,tedavi olalım Meleğin beklediği de buydu.İkisde iğnelerini yaptıklarında yola çıkmışlardı,Tanjunun küçük arabasında konuşmadan gidiyorlardı Sultanahmet’e. Otelin önünde durup polis kordonunu geçtiler.Annesi Tanjuya yan yan baktı ali nin, sonra Meleğe sarılıp ağlamaya başladı..Alinin annesinin yanında donmuş yüzlü Bir de kız yyanında polisler otelde koltuuğa oturmuş sıgara içiyor ve ali massum bir melek uuyuyordu.Çıktıklarında ikisie bomboktular eve gidip yeni şatlarını hazırlayıp yaptıklarında ilk söz yine melekten geldi.Salak dedi ne vardı ölecek bok oldu.Yaa allaahım niye sınıyorsun bizi,ne yapıyorsunDışarıda yağmur sağanak halind yağıyor,melek mavi yeşil gözlerini saça saça ağllıyordu.Hava gece olmuştu neredeyse ,gökyüzü ağlıyor dedi melek ağlamakan salyalaşmış tükrükleri dudaklarına yapışmıştı Tanju oturduğu koltuğun önünde diz çöküp ellerini öpütü iiçlerine kasvet dolmuştu,Tanjunun da gözünden yaşlar süzülüyordu,yavaşça ayağa kalktı,hastalanmaya başaladık galibe fazla duygusallştık dedi,melek yavaşça ağlmadan gülmeğe geçerswcesine hıh dedi ,Tanju küçük bir öpücük kondurdu duklarına ve mutfağa gidip yeni bir şat hazırladı,,Çaktıktan sonra ikisire sıgaralarını yakıp sessizceuzandıkları yatağın başın ucundaki sehpada duran saatli maarif takvimine baktılar,hakikatende ne geyik değilmi dedi Tanju, hıı, yağmur dinmişti ikisi dingindi.,ali ölmüştü.
Alinin ölmes herşey bok etmişti,melekle Tanju birbirlerine dokunamıyorlardı neredeyse ikisi de alinin ölüsünden tribe giriyorlardı,Meleğin dozu gittikçe artmıştı.Artık paketle yetinmiyor beş gramlık pakete yazılıyorlardı tabiiki akından,akın çaocuuğu ile geliyor dertleşip gidiyordu.İsmail hakkı Esen devreden çıkınca eve gelmeğe başlamıştı bedava ve emeksiz eroine bayılıyordu.Ve bir gece Tanju ismail hakkı ile konuuşurken meleğin üzgün üzgün kalemine çektiği maala görmedi.Arkasına dööndüğünde içindeki tamamen baslmış şırınga meleğin bembeyaz kollunda  kalmıştı.Meleğin göğüslerinden geliyormuş gibi bir mavilik Boynundan yukarı yüzüne doğru  yayılıyordu. Tanjunun bir anda rengi attı, ağzı kurudu bacakları titremeğe başladı Kahretsin dedi meleğıin yanına gidip bir tokat attı,melek..Melek ovır doz denilen aşırı doz bokona buulaşmıştı bile İsmail hakkının gözünün önünde melek deyip ağlamağa başladı ve aacllele ile suni teneffüs ve kalp masajına başladı,neyseki şimdilmik nefes alıyordu .Ne olur ölme güzelim,diiyordu,onun ölümüne katlanamazdı,meleksiz bir dünyada yaşayamazdı.Ter iiçinde meleğin ağzıına üfleeyip,,ıılık göğüslerini eeze eze maasaj yaparkentuz getirsene diye seslendi ismail hakkıya ,ismail sakin sakin sıgara içiyordu,bırak aayol manasız orospuyu ölsün ...Tanju siktir ibne deyip hızla tuzu aldı bir kaşık meleğin ağzına atıp mutfağa geçti alal acala tuzlu su şırıngası hazırlarken,İsmail hakkı ben bi taksi çağırıyım deyip gitti.Yarım saat boyunca vucudunun milimetre karesine kadar terleyen Tanju başarılı olmuştu,tüm çalışmaları sonuç gggetirmiş melek kusmaya başlamış,eyçten çatlamış sesiiyle soruulara yanıt veeeeriyordu iyiyim Tanju üzülme ,niye beni bırakmadın,ne güzel gidiyordum,, sende gelirdin diyordu duuuşun altında harika vuucuduuyla yatarken.
Ovır sonrası günlerde  melek ağır hastalanmaya başlamıştı,saabahları kan ter içinde uuyanıp önce takımlarını aarıyor tedavi olmadan güne başlayamıılordu,eşeğin aamına suuyu fazla kaaçırmıştı .Artık beyaz kollarında ,aayakyarında, el üstünde damarlar bitmiş boynuna geçmişti, her eroinman gibi sıra bacaklara gelmişti,bu manyak sıra hep böyle, önce kol, sonra el ve ayak üstü,sonra boyun ve bacak şeklinde giderdi her ne hikmetse,cankiler gaybı bilemiyoorlardı demek ki,ama hepsi aynı boku yiyordu,kolayına gidip koldan başlayıp bacakta iğne yaşamlarını biitiriyor,burundan çekmeğe başlıyor,yani sınıf’a geçiyorlardı. Böylesi abartı kullanım durumlarında genellikle vucutda delik delik yaralar çıkmaya başlardı ve o güzelim sarı tüylü beeyaz tende delikler açılmaya başlamıştı biile annesi evde kapak ve şırınganın bulunduuuğu takım torbasını bulmuştu.Ve en sonunda Melek Amatem’lik oldu.
Sokaktakiler iyi çalışoyordu izmir metin saatli maarif takvimi verdiğinden bu yana lobi faaliyetlerini iyi ilerletmişti.Meleğin amatemdeki ilk günde aklı melekte kalan Tıanju fındığın evine atmıştı kapağı. Fındık ve sevgilisi Üçer Tanjuya çocuk gibi bakıyorlardı. Annesi hastahanede bir çocuk gibiydi Tanju sanki kkendisi eyçi bırakıyormuş gibi içi sıkılıyor,bacakları ağrıyoor yerinde duramıyordu,ikinc günde ben evime gidiceğim diye tturdu.Fındık ve üçer ne kadar ısrar etse de eve giderse daha huzurlu olacak gibi geliyordu,bak diyordu üçer malımız var buzdalabımız dolu rakımız var otursana ollum..
Ne ki oturamazdı,telefon çaldı Melek aradı,Tanju ne olur bana mal getir,aamateme mmal getirmek mi ,vicdan azabından beni öldürmmeyi mi düşünüyorsun saçmalama kızım az dayan, getirmessen kaçarım ,kaç  manyak, özgeyi düşün, getirsene aptal sadist manyak,saçmalama seni seviyorum,     telefonun   meşhur düdüklü  la sesi ,laaaaaaa.
Bu telefondan sonra tanju artık oturamazdı ,neredeyse meleğin tüm vucut ağrıları ve adalelerinin geriliminden doğan hareketliliği onun üsütne geçmişti .Sanki eve gider oturursa meleğe daha yararlı olacakmış gibi geliyordu .Bu arada bir telefon çaldı tanjucum..evet dedi tanju ve ses birden masallarda cadıya dönüşen prenses gibi sseni mahvedeceğim eşoğlu eşşek  kardeşim nerde ben meleğin ablasıyım deyip kapandı..Tanju kalktı, üçer ben gidiyorum dedi, acaip şeyler oluyor polis kokusu alıyorum bana polis gelecek, saçmalama oğlum paranoyaklık yapma,  yok gidiyorum. Çıktı.Eve geldiğinde bir telefon daha, bu kez çok yumuşak bir ses melek hastahanede yok ben sizin evlenmenizi istiyorum bu konuyu gelip konuşalım.Bugun görüşemeyiz,Meleği merak ediyorum bugun hiçbir şey konuşamam, hem ev çok dağınık.Arayan meleğin annesiydi.Bbu kadın bir haltlar çeviriyordu ya,hayırdır inşallah, melek kaçmıştı acaba neredeydi başına sakın bir iş gelmesin diye düşünüyordu bir over doz yaşaması olasılığı yüksekti kaç gündür kanı temizdi.Meraktan çılıdırıyordu  ailesi ise ilişkilerini bitirmek peşindeydi. Keşke hiç görüşmeseydi ama melek yaşasaydı. Bebek ablasındaydı şimdi annesine bir şey olursa o küçük melekçik ne yapardı.
Kendini yorgun hissediyordu her olasılığa karşın evde çarşaf bile bırakmadan büyük bir narkotik temizlik yaptı ve yatağını ttelevizyonun karşısına hazırlayıp uzandı. Saat dokuzda çalan kapı ziline isteksizce kalkıp     balkondan baktı kimseyi göremedi, köşede bakkalı gördü eliyle  birilerini sesizce gösteriyordu, evet gelmişlerdi. Otomatiğe basmasıyla apartmanın koridorlarında kuvvetli ayak sesleri yukarı çıkıyordu. Aşağıda iki minibüs park etmeye çalışıyordu,  2500 si si kuvvetli dizel motorların sesleri duyuluyordu. Kapıyı açmasıyla birlikte içeriye ilk ağızda altı polis daha sonra altı  kişi daha, küçücük odada ayak basacak yer yoktu.  Senin adın tanju mu dedi, yaşlı ak saçlı olan polis evet senin bir kız aaaarkadaşın var mı var adı ne melek, polisler birbirlerinin yüzüne baktılar yalan sölmmiyordu. Nerede şimdi dedi ak saçlı polis, bilmiyorum hastahaneden kaçmış,Kollarını aç tanjunun kollarında iz bulaamadılar ayaklrını aç yok bacaklarını yok sınıf mı çekiyorsun,Yok diyordu tanju diğer taraftan düşünüyordu nasıl iz arıyor bunlar yaa bu arada hastalıktan burnu akıyordu. Evin her tarafı ince ince aranıyordu.Hiçbirşey yoktu, buldukları Yaprağın emektar kaşığıydı,genç polislerden bir tanesi bu ne dedi  tanju duvarda gazeteden kesilmiş yaprağın resmini gösterek, bunun  kaşağıydı dedi,genç polis yine bilmiş bilmiş gülerek bi de kullanmıyomuş diyordu ya,ortada başkacana delil de yoktu.Tanju ya giyin dediyer tanju apartman çıkarken kordorda bir polis kuşağının önünden geçiyordu,vay be dedi deniz gezmişi basar gibi bastılar beni.Kapının önünde kaftiler tanjuyu sanki tanımıyormuş gbiydiler çoğunluğu kaybolmuştu zaten   yalnızca iki erkete vardı yan yan baktılar tanjuya  yaşlı olanı ne yapılım kader bu, su testisi su yolunda gibilerden kafasını sallayıp gözünü kırptı. Minibüse bindiğinde önde meleğin annesi olduğu çook anlaşılan bir kadın vardı   hiç konuşmadı en arka sıraya oturrdu hir iki yanına da birer polis
Kkarakolda ilk sorgulama anları iyi polis tarafından yapıldı Esrar içer misin içmem içinden hıcının ona verdiği akıl geçiyordu delikanlı yalan söylemez bir işkencede söylerse söyler o da mubahtır.Boynuna bakayım ,buyrun,ne zamandır eroin kullanıyorsun ,hiç kllanmadım efendim o kıza satıyor muşsun satmam efendim annesi öyle söylüyor annesi ben yaşlı olduğum için evlenmemizi istemiyor İyi polis bıraktı bu kez ifade salonuna geçtiler karşıda meleğin annesi vardı davacı olma hanım ortada delil memil yok dedikçe mahalle karısı sesiyle hayır diye yırtınılordu şikayetçiyim.B u kez genç bir polis bakıın şimdi ben nasıl konuşturacağım dedi,tanjunun gözüne bakıp göz bebeklerin neden bu kadar büüyük dedi.Tanju nun aklına meşhur kırmızı başlıklı kız öyküsü gelmişti  seeni daha yi görmek için demek istiyordu  polise ,ciddi bir ifade ile heyecenden,neden karakoldayım kız arkadaşım kayıp biz burada konuşurken  o belki ölmek üzere.Genç polis durdu  arkada duran meleğin annesine baktı kadın başını öne eğdi,ee dedi genç polis heyecenden göz bebeği büyürmüymüş büyür tabbii dedi  tanju bu lise bilgisidir ,genç polis bir anda şiddetlenip konuşma lan dedi ,polisin şiddetlenmesinden fırkat bulan kadın bağırdı soğuk su vurun bakın nasıl bağıracak,genç polis masanın üstündeki sürahiiiyi alıp tanjunun başından aşağı dvöktü,i<tanju dedesinin üst katlarda fesli apoletli resminin olduğu bu karakoldaki haline üzülmüştü.<<bu cahil genç anadolu çocuğuna neyi anlatabilirdi.Nevzetle yakalandığı zamanlardaki astsubaydan elbette daha iyiydi ama   bu çocuklar istanbuldaki bir kuşaktan nefet ediyordu.zaten o da dayanamadı patladı,istanbullu değil misin amına koyimm hoop dedi arkadami yaşlı polis bayan var telsiz başındaki genç kadın polis şaşardın ha bekir dedi.ve polis üstünü düzeltiyormuş gibi yapıp yerine giderken seni sokakta görmiyim oğlum deyip sessizce dişlerini göstererk sikecem oğlum sikecem deyip ilerledi.Evet ellerine düşmüştü cahillerin mazın gazeteciler bunları yazmazdı, o şimdi genç bir kadını baştan çıkaran ttecavüzcü coşkun durundaydı.O neydi ya bir anlığına kimlik boşluğuna düştü candanla evliliğinde esenle birliktiliıinde hep kendi kötü duruma düşüyordu ve yalnız kalan da oydu Oysa melek en az asu kadar sevdiği birlikte olmak istidiği biriydi.Birlikteleği yaprakla da yakalayamamıştı herşey düzgün gittiğinde ya ölüm ya şeyten çıkıyordu ortaya.Köşede durduğu yanğın talimatnamesinin altında bitkindiYaşlı olan polis yine tanjunun yanına gelip evledım tavuk bile civcivini alsan gelir gagalar,kadından şikeyetçi değilsin değil mi?Bir şeyler iyi gitmeye başlamıştı,  kadına kızma kızmıyorum ki dedi tanju ben meyleği merak ediyorum  o sırada gözü doldu öldüyse ....
Olmaz bir şey oğlum ben eroincileri bilirim mal almaya gitmiştir,geri dönüp hanım hanım dedi senin ölen damadın da eroinciymiş senin kızın eronci milletin suçu ne.Arkaki kapdan grrien geanç uzun boylu Genç karakol amiri elinde yaprağın kaşığı ile bu ne dedi şey efendim arkadaşımın maşığı yüzünde hafif bir tebessüm vardı genç amiren tanjunu yüzüne bakarak taamam buunun dışında zaten hiçbirşey yok  aslında ulsuz bir işlem yaptık özür diileriz dedi,sonuçta tanju ifadesi bile alınmadan salındı yolda düşünüyordu vay be polisler ne kibaarlaşmış ama mal bulussaydı anamı mikerlerdi tabiiki.
Karakoldan çıktığında ıslak kazağıının etine değmesinden uyarılıp üşümüyordu bile bir sıgara yaktı.Kkendi sokağının başına geldiğinde aşağı doğru süzüldü.Ne zaman bu yokuşutan aşağı doğru inmeye başlasa kendini kayaların altına doğru süzülen bir iskorpit gibi duyumsuyordu.Herşeye karşın tanlabaşı onun için bir ana kucağıydı. Buraları varoştu, varoş böylyedi ,nasıldı,   yoksiulluklarıyla kalabalıklarıyla oy potansiyellerie  oluşturdukları tuketici kitlesiyle adam yerine konulmuş herşey onların anlayabildiği duzeyle öölçülmeye üretilmeye başlamıştı.Eğitim masraflarından kaçınıldığı için çoğunluk tüketici cahil böcekler haline gelmişti, varoşlar kazanmıştı milletin efendisi olmuşlardı,onlar seçiyorlardı.dini partiler ve faşisit partiler yönetimdeydi.
Varoşlar kazanmıştı eğitimli insanlar önemli bir sosyalizasyon geriliği ile televizyonlar ve multimedya tarafından prangalara vurulmuştf.
Tanjuyu eliştiriyorlardı şimdiki aşkını din anlayışını  durustluğunu ve cazgirliğini  anlayamıyorlardı Tanju ikinci yaşamında yaşıtlarıyla bir değer çelişkileri tarııtışmasını surekli yaşıııyordu.
Evet şiimdi sokağındaydı, varoştaydı kıçı açıktaydı.Burları varoştu,yaşayanları cahil ve mahalle karısı ve bitirimdi.Uzaktan sıcak, anaç sevecen  zeki delikaanlı  yakından kalleş tiler,cinsel eğitimleri olmadığından eşcinsel mütecessis  terbeyesiz ve basittiler.Düzene uyarlar adamı incitmeden belinden sikerlerdi.,12 eylülde şimdi barlarda alkolde bulandırılmiş beyin salatısı haline gelmiş zindan berili marksisteleri götunden sikmişler ,onların mucadele alanı olan gecekonduları  muteahhide vergp apartman sahibi olmuşlardı. Yabancı markalı arabalarını  neredeyse palamut gibi entellerin avucuna koymuşlardı,bir sokak öykusu gibi olmuştu teksaslı koy avucuma göreyim ,missoirili göster bana inanıyım dermiş sokaklar teksaslıydı koymuşlardı kendileri için olmuş binlerceisimsiz kahramanın.avuçlarının ortasına .
Aprtmanın kapısını  açarken kaftiler arkasında toplanmıştı  geçmiş olsun tanju ağbi,      kimi biz sana demedik mi o abla senin başını belaya sokacaktı kimi yırttın yine diyordu Evinin kapısından içeri girdiğinde ana rahminde bir çocuk denli rahattı evim güzel evim diye geçirdi içinden,her taraf  dağılmıştı.Ocağa bir kahve suyu koydu balkona çıkı,yan teresa atladı ordan esrarını eroinin alıp yine balkona atladı.Muutfağa geçep kahveyi hazırdı,iiğnesini hazırladı yaptı.Şimdi daha iyiydi,vay be neler olmuştu,peki melek neredeydi,yarabbim inşallah ona bir şey olmamıştır dedi esarını kırarken ve tam o sırada kapı çaldı aşağıdan ses geliyordu yok kardeşim evde yok balkona çıkıp baktı gelen melekti bırak ağbi dedi alo ya alo sessiz ama dedi,,bırak sen bilirsin melek yanında on yedi yaşında bır kızla odadan içerie girdi ikiside birbirlerine sadıldılar Melek mis gibiydi Ne oldu ,nolcak kaçtık işte iki de çocuk vardı hastanade zaten hepimiz dört kişidik kaçtık işte.Tanju oh dedi kafanız mis gibi ben nereden geliyorum biliyor musun,melek çocuuksu bir konuşmayla nereden geliyorsun tontoniim dedi saarıılıp dudağına bir öpücük kondurarak ,karakoldan.Melek bir anda ciddileşti ee,o sırada maasanın üstünde duran çift kağıtlıyı görüp misafirine ikram etti buyur,sonra yine tanjunun gözlerine bakarak sana bir şey oldu mu tontonum.Tanjunun sinirleri boşalmıştı,meleğe sarılıp ağlamaya başladı sen öldün sandım çok üzüldüm buradasın ya önemli değil ,melek de ağlıyordu genç kız yüzünü oğuştura oğuştura ne aşklar var be diyordu.Tlefon çaldı meşhur ibne arıyyordu,ne ki tanju o an ona bile bile açılıyor sıkıntısını paylaşıyordu.Tabii ismail hakkı yine yaptı yapacağını, arkadan meleğin sesini duyuyorum ama, evet dedi tanju,ayol sen adam olmazsın bir de sarılıp uyursunuz siz bu akşam pes valla deyip sinirle üyüzüne kaapattı telefonu. Gerçekten ikis o gece birbirlerine bebek gibi sarılıp uyudular,ikisi de gece boyunca kabuslar görüyorlardı,msafir genç kız yaşından umulmayacakmış bir sesle horluyordu.Bir ara dayanamayıp ikisiide uuyandı İğnelerini yaparken melek daha mantıklıydı,çiğdemin  esrara başlama ihtimali var diye hastahaneye yatırmışlar ne manyak aileler var ya bu küçük orospuyu sabah götürmem lazım,paran var mı, var dedi tanju, biliyormusun dedi duraklayarak, polisler benim seni ihbar etmemi istiyorlar yarın senin de gitmen lazım.Melek durdu yani beni kovuyor mlusun yok güzelim dedi tanju, gitmessen tam paket olabiliriz çünkü annenler seni bir çeşit ihbar ettiler hafta sonu gelirsin İkisi yine yattıklarında birbirlerine sarılmış yüzlerinde gözyaşları sessizce birbirine karışşıyordu bu ayrılık uuzun olabilirdi.Sabah tanju uyandığında melek konuğunu göndermiş ve yine gelmişti.Yyanağından öperek kalk dedi çay hazır,belliki o da kendini suçlu hissediyordu,dediğin doğru dedi polisler aşağıda biizi izledi yine koşede bemliyorlar.Olsun hiç olmassa akşama dek kal tamam.Ne ki ikisi de paronaya olmuştu bir kez iğnelerini bile tuvalette yapıyorlardı akşama dek kimseyi kapıyı açmadılar.Akşam mmelek annesine telefon etti,eneredesin gelip alalım diyordu kaşarlarEvden çıktıklarında tarlabaşı caddesine yanlarında bir tofaş timsah gibi onları izliyordu arabadan inmiyorlar ama açık bir şekilde izliyorlardı caddeyye çıktıklarında ikiside birbirlerine zarıldılar ve melek taksiye bindi giderken geri dönüp o güzel gözleriyle sen ne yapacaksın gibi meraklı bir bakışla  uzaklaştı gitti.

 Bölüm XI
Tanju evine döndüğünde evinde meleğin kokusu karışık odanın her tarafıına sinmişti.Oda sanki her zamankindn biraz daha soğuktuArtık biliyordu ki meleği düşünmemeliydi en azından bir süre o artık yoktu.
Sabah kalktı ve işe gitti  aklından melek çıkmıyordu. Neredeyse bir obsesyondu. Aşk bir obsesyordur derler gerçekten öyle yahu diyordu.Mmeğinkine benzeyen bir aşkı bulmalıydı ,oğlu  alperi bulmulıydı ama nasıl.Bazı şeyleri düşşünmesi yeter diiye düşünürdü taaaanju hep, melek kadar melek olan oğluunu bulmak için kuranı açtı,
Ali imran suresi çıktı
Zekeriyya orda rabbine şöyle dua etti.”ya rabbi, bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla.İnanıyorum ki ,sen duayı hakkıyla işitensin”
Zekeriyya,mihrapta namaz kılmağa durduğu sırada hemen melekler. “Haberin olsun,Allaah sana yahyayı müjdeliyor. O Allahtan gelen
Bir sözü tastik edecek kavminin büyüğü olacak, kötülüklerden uzak buulunacak ve salihlerden bir peygamber olacaktır “dediler
Zekeriyya dedi ki: “Rabbim ihtiyarlık gelip çatmış ve karım da kısırken,, bir oğlum nasıl olabilir?”Allah şöyle buuyurdu:Öyledir.Fakat allah dilediğini yapar”
Gerçekten oğluna nasıl ulaşabilirdi?Oysa bilmiyordu ortık yaşı dokuz omuş alper babasının özleminden geceleri uyuyamıyordu,bu herif ölmemişti peki ne olmuştu.Annesinin babası hakkında konuştuğu bir alev abla vardı o babasııının da arkadaşııydı,annesinin telefon defterinden onu aradı.Ayo alev abla ananem uyuyor sakın kimseye söyleme ben babamı çok özledim  sen anneme söylersen belki babamı görebilirim .Alev şaşıırmış duygulanmıştı.Tanjuya telefon ettiğinde sesi duygudan çatlamıştı,tanju dedi ben candanla görüştüm alperi bu hafta sonu alabilirmişsin istediğin zaman görebilir mişsin.Tanju ettiği duaların kabul olacağını biliyordum diye düşündü.O hafta sonu görüşmek için telefon etti,alper heyecenliydi ksa kestiler görüşeceklerdi.
Hafta sonu alperi candanın verdiği adresteeki aapartmanın alt kapısında merdivenlerde oturur buldu.,ne kadar büyümüştü aynı kendine benziyordu,onun tombik ellerinden tuttu bir melekle yan yana yürüyor gibi duyumsuyordu kendini,alper bu arada hep pantolunun arkasında birşeyi örtüyor gibi yapıyordu,bakayım dedi tanujju ne var orada yok babacığım bişi yok,Evet yoktu büyük bir yırtık vardı.Orospu çocukları  bu minicik çocuğğun utancını düşünmemişler yırtık giydirmişlerdi.Bu yırtık çok şeyi anlatıyordu çocuğa giysi al para harca.
En yakın mağazaya gittiler pantolan palto  ve kazak aldılar.Alper utanıyordu.Sonra pizzacıya gittiler sonra pasta yediler sonra iskender yediler,aman ne yediler ne yediler hem yediler hem konuştular,alper çok komik espirili bir çocuk olmuştu,ikis de
 Ogün karınları yemekten şiimiş  ve mutluydular,Alper o gece onda kaldı ama evreki tahtakurularından rahatsız oldu,yinede babasına sarılarak uuyudu,tanju da onu koklayarak uyudu,ertesi gün akşam alpari evine bıraktığında tanju da alper de mutluydular .Şimdi alpar da onun yanındaydı işte, ooh dedi allaha şükür.
Meleğin gelmediği hafta sonlarında alper geliyordu.Akın akının alper yaşındaki oğlu ve tanju birlikte geziyorlardı.Akın ve alper çocuklara çaktırmadan sınıflanıııyor,sözde amerikan tütünü diye esrarlı sıgaralırını içiyorlardı.Çocuklar eşek gibi anlıyordu ama anlamıyorlardı,birbirlerine bakışları akın ve tanjunun gözünden kaçmıyordu.
Tüm yaz boyunca melek gelmedi tanju biliyordu ki zaten melek yazlıktaydı ve gelemezdi gelecekti ve bir eylül akşamı tam da alper evdeyken,özge bebekle birlikte çıktı geldi.Alper meleği görür görmez sevdi,özge onun için değişiklikti,benim neyim oluyor,kardeşim mi evet.Melek vuucudunun temizliğine ve tanjunun tüm ısrarına karşı yine bi bitlik de olsa şatını yaptı artık bıcır bıcır konuşuyor alper ve özgeye kitaplar okuyordu.O gec aşağıııından bir mobilet sesi daha eklendi.Akın ve oğluydu gelen.Hacı hüsrevde bir düğüne gittiler alper melek ve tanju takside akın ve mobilette önde hacı hüsreve girdiler Tanju mutluluktan zaten pır pır dı tüm sevdekleri yanındaydı.Hacı hüsrev de melek çocuklarla birlikte kadınlar tarafına Tanju erkekler tarafına geçti.Tanju bir ara kadınlar taraf   ına bahçe duvarından baktı,sarışın meleğe esmer çiingeneler hazreti isa gbi yaklaşıyordu melek ve çocuuukları baş köşeye almışlardı,tabii bu işte akının büyük torbacı olmasının payı büyüktü.Karısının terettiği akını tüm çingeneler severdi.Melek oturduğu yerden hapçı kadınlardan hapı  almış olduğu çok belli bir yandan sınıfnıyor önündeki kül tablasındaki koca cgara da sırasını bekliyordu,melek de mutluydu.O düş akşamından sonra dönüşte alışveriş yapmış olan akın polise gözükmemek için onları kızılderili geçitleri gibi apartman aralarından yollardan ne olduklarını bile anlıyamadan iplikçiye getirmişti biileEvde çocuklar uyurlarkan,melek ve tanju da sarmaş dolaş uuyudular.Ne ki bu sarmaş dolaşlık görüşme sonrası sorgulamada alpere sorolup seviştikleri sonuucunu çıkartmıştı.Alperle görüşme yine yasaklandı hem tahta kurusu vardı hem melek.
Alperle telefonda görüyorlardı babacım diyordu alpar onbeşgün tatilde görüşürüz şimdi derslerim var.Melek hafta sonları geliyor ve hastalanmayacak dozda bitler alıyordu bu işten tanju hoşnuttu.Hoş beyoğlunda gezemez hale gelmişlerdi ,yemeğe bile gitseler aralarında yüz metre bırakıyor restoranda buluşorlardı.
Akın da hafta içinde çoğunlukla tanjuda oluyordu sağlığı çok iyi değildi,eroini artık neredeyse yiyordu.Tanjuya birşeyler söylemek istiyordu,melek için bir iki kez mırıldanır olmuş susmuştu.Ve olayın bombası patladı Tanju bir akşam meleği topkapı dolmuşlarına geçireckken her nedense şeytan dürtmüş beklemişti.Biri çıkıp geldi Mmelekle sarıldılar ve meleğin  nişan yüzüğü varıd.Tanju eve döndü.Tabbi  yıkılmıştı.Dizleri tutmuyordu.O hafta sonu alperi almak istedi.Alper geldi ama tanju acısını unutmuk için içtiği  esrar hap ve alkolden kafasını kaldıramıyordu,alper baba uzülme üzülme bacğım diyebiliyordu alperi o hafta sonu akın götürdü eve.
Akının ablası ,aklılar be ağbi ikiniz de horaincisiniz kızı nişanlaşmılar be ,everecekler be lavukla deyip güldürdü tanjuyu
9 kasım akşamıydı tanjunun gördüklerini ve çıkardığı sonucu melek yoolda karşılaştığı akından öğrenmiş ve gelmiyordu.Akın o gece korkunç iyi bir kafada kapıı çaldı balkona bakarken olduğu yerde üç yüz altmış derece dönüyordu.Akına kapıyı açıp yine uyudu tanju.Saat çok erkendi içtiği biradan ve günün yorgunluğundan uyuyordu akın televizyon seydedebilirdi yabancı değildi ya.
Uyandığında akın ,televizyonuntakladaydı dokundu ve akın düştü.Suni teneffüs,yok masaj yok akın ölmüştü masanın üstünde duran mallarını naylona sarıp makara ipine bağlayıp karşı dama attı  kaşık ve iğnesini masanın üstüne koyup.Sırtladı ve herkesin gözü önünde sokağı sırtında bir ölüyle geçip kendini yokuuuşa vurdu,sokakta kimse konuşmuyordu,arkasından şimdi yarağı yedi diye bir sesduydu,  evet yemişti.Sırtında cesetle nefes nefeseydi ölü  taşımak acaip işti
Caddeye çıkıp taksiye bindi, hastahaneye götürdü.Akın ölmüştü.Tanju bitkin halde oturuyordu polis odasında. en yakın arkadaşlarından biri ölmüştü.Bundan sonraki yaşamı cezaevinde geçebilirdi.Hastahaneye tüm çingenelerin gelmesi zaman almadı polis evine telefon etmişti.Polis arabasına binerken tanjuyu vermek istemediler çığluk çığluğa bağırıyorlardı bırkakın onu orospu çocukları...
Olay yeri inceleme tanjunun evine gitti.Tanjuya iyi davrandılar şırınga torbasını çöpe attılar Zaten bilinen bir torbacıydı dediler,polislerin ikisi bardan tanıyorlarmış tanjuyu.O gece tarlabaşı karakolunda kaldı tanju,allahtan o gece nöbetteki kimse  meleğin annesinin ispiyonundaki polisler değildi.
bir çok kez on kasım yaşamıştı hey akın hey diye duşundu atturkle boyun farkıyla aynı gunde öldunuz .burnundan hfif sulu bir sumuk geliyırdu hafif bir hastalık başlamıştı vucudunda.Sirenler çalıyordu bell iki dışarıda saygı duruşu vardı. Geçmiş on kasımları duşunuyordu. el frenini çekipArabasından indiği oomerter yokuşunda başka aklı evvelin kayan arabası kendi arabısına yapıştırmıştı saygi duruşunu bozmamışlardı arkısında arabada hazır olda bekleyen kaygılı,  bıyıklı bir vergi memuru vardı. Kıpraşamıyordu çunku o gun komşusu komiser beyi Eminönune bırakıp adli  yeye gidecekti Yanındaki polisten korkuyordu.ilçe seçim kurulunda çalışşşşşordu  okul boykotaydı.Çocukluğunun on kasımları da başkaydı,salya sumuk ağlardı koca ataturkun ölumune,sonra  kendini tfutamadan kıkırdadığı lisedeki kıkırdılı saygı duruşlarını marinin sarı saçlmarını uyzune vurduğu kalçasının sıcaaklığı tkuum bacaklarında duyumsadığı gerilmiş bir penisle kııkırtılı on kasımları anımsadı. Şimdi köşeden görebildiği kadarıyla yandaki hüüüüüücerde bir travesti vardı deri pantololon ceketli travesti saaabaha kadar yurumuştu,rahşandı adı .Poliisin bilgi notu  görmuştu soruşturma yapılırken masanın ustunde  on kasımda gezecek devriyelerin programı  tören yapılacak yerler belirtiliyordu on kasımı emniyet boyutunda yaşamak da kısmet olacaktı demek ki yaşam  zaten hep böyledi kendisini ancak kendisinn açıklayabildiği gizli ve apaçık olan tek mucize
 Nezarethanede yattığı tahtaların ustunde gözunu açmaksizin dinlemişti siren seslerinidokuzu be gegeçe atam dolmabahçede ...Mahkamaya çıkacaklardı.Hastahaneye arkadaşını göturduğu için yargılanacaktı.Akın’ın son dakikada  bakışını,gözlerindeki ifade yi unutamıyordu.Mankemeye de çıkıp tutuklanmadı şansı yaver gitmişti
Beyoğlu Emniyet   Amirliğinden çıktığında,Tarlabaşı bulvarı  bir nehir gibi  akıp gidiyordu. ikindi vakti saat uçtu. ama  yazın saat sekiz gibi ,loştu neredeyse ölu ,ruzgarsız bir sıcak vardı,halszdi robot gibiydi sanki ayakları oootomatiğe bağlanmış onu taşıyordu.Sokğa geldiğinde gece ölünün çıktığını gören çocuklar o günlerde televizyorda ki bir reklamda kullanılan sloganı,iyiki doğdun ritminde bir şarkıyla söylüyorlardı  geçmiş olsun kamiil,geçmiş olsun kamiiil, ne tesadüf kamil kıvırcık beyhan a yıllar önce verdiği kambaplumbağanın üstüne ojeyle yazdığı isimdi,salak anlamına da gelirdi. Hepsi gayrı meşru insanların çocuklarıydı ceza evi nedir kararakol nedir  biliyorlardı,tanjunun içi serinledi İçeri girdiğinde odada  yere atılmış ameliyat eldivenleri ve karışıklık vardı İlk işi bir kahve suyu koymak ardından da zulayı çözmek oldu ilk iğnesini yaptı içinden dua ediyordu aman damar canım damar ne olur çık aklına yaprak geldi onun damarlarıyla konuşması.
Artık kimse yoktu sevgilisi de onu aldatmıştı kahvede osura osura oturan bir köylü rahatlığında olamazdı.Şimdi akının çocuğuna kim bakacaktı ,tabii ailesi asıl kendine bakmalıydı.Bu ibne yaşam onun için bitmeliydi zaten bir düştü.İşte akın göstermişti yüzünde gülücükle ölüyordu insan akının ma torbasını eline aldı içinden iki çay kaşığı aldı ne de çokmuş dedi bana kalan iki ay yeter,iki kaşığı çorba kaşığına koyup kaynattı, geri kalan iki ay yetecek olan başkasının kısmeti Mali kaynattı kopkoyu bir zift olmuştu dışarıda güvercinler gugurduyordu, o çok sevdiği kadının hediye ettiği düz gümüş haça tuterek bismillah dedi. aklına gelmezdi böyle bir evde yaşamı bitireceği,kuran açtı bakara suresi çıktı okudu ve kapadı.
Koluna turnikeyi sarıp damarı buldu girdi damardaydı, tanrı da istiyordu ölmesini demek ki birden kapı açıldı melekti gelen koluna baktı ne yapıyorsun sen diye çığlık attı ne oldu tanju donup kalmıştı bastığı kadarı ile koltukta oturuyordu, bak dedi melek ne olduğunu bilmiyorum,ben artık geldim,nereye gidersen git hep seninle olacağım, gel şu kuranı açalım ne derse onu yapalım, sonra...durdu masanın üstüne baktı ,küçük bir tepecik vardı kağıdın üstünde , yoksa ben de gelirim
Kuranı hızla açtı ve okumaya başladı
Ey Muhammed yaratan Rabbinin adı ile oku 
İnsanı pıhtılaşmış kandan yarattı
Oku senin rabbin en büyük kerem sahibidir
Çünkü o kalem ile yazıyı öğretti
İnsana bilmediği şeyleri bildirdi
Ama kafir insan azgınlık eder
Kendini sahip olduklarından ayrı görmekle
En insanlar dönüş şüphesiz Rabbinedir
Bak dedi melek orası kaçmıyor gel onu biraz yap bana da bırak şahane bir gün geçirelim önünde eğilmiş ellerini öpüyordu tanjunun tanju pistonu itti biraz daha itti,ve çekti.Melek rahatlayıp güldü ,tamam şimdi bana ver,dikkat et dedi tanju tamam deli ben sen miyim  pistonda pıhtı kan olmadığını gören Melek de gerisini basmıştı.
İkisi sarılmış nal gibi balkondan aşağı bakıyorlardı çocuklar aşağıda tekerlemeler söyleyip sek sek oynarken akşam beste Süryani  kilisesinin çanları olanca sesiyle sokakların arasından vinlarcasına geçiyordu.